9.30.2009

30.09.09 - Eylül


Ki son saatleri artık.

Ki ben son günde güzel bir film izledim.

Okur önerisiydi, Okur taşıydı.

İyi ki izlemişim diyorum şimdi.

İçimde bi burukluk var (burukiyet, peh..).

Geçecek.

Filmi sadece Fransızca izlemek iyiydi ama.

Les Choristes, izlene.

Aklımda da La Vie en Rose'un editlenmiş sözleri var.

Eve gidip Arthur ve Minimoyları izleyeceğim. Ya da çeviri yaparım bilmiyorum.

Sevmek güzel şey. Okur'u sevmek daha da güzel.

Bunları sırf Okur için yazıyorum. Okur aşkı başka şey.

Quand tu prends dans tes bras
Et tu parles en tout bas
Je vois la vie en rose

9.29.2009

29.09.09 - Yves Bonnefoy

À la voix de Kathleen Ferrier

Toute douceur toute ironie se rassemblaient
Pour un adieu de cristal et de brume,
Les coups profonds du fer faisaient presque silence,
La lumière du glaive s'était voilée.

Je célèbre la voix mêlée de couleur grise
Qui hésite aux lointains du chant qui s'est perdu
Comme si au delà de toute forme pure
Tremlât un autre chat et le seul absolu.

Ô lumière et néant de la lumière, ô larmes
Souriantes plus haut que l'angoisse ou l'espoir,
Ô cygne, lieu réel dans l'irréelle eau sombre,
Ô source, quand ce fut profondément le soir!

Il semble que tu connaisses les deux rives,
L'extrême joie et l'extrême douleur.
Là-bas, parmi ces roseaux gris dans la lumière,
Il semble que tu puises de l'éternel.

Kathleen Ferrier'in Sesine


Tatlılığın ve alayın külliyatı toplanmış
Kristalden ve sisten bir elveda için,
Zincire vurulu iki vücut tamamen susmuş,
Savaşın ışığı peçelere bürünmüş.

Çakırkeyf kavgaların sesini övüyorum
Uzaktan gelen bir şarkı yüzünden duraksayan
Sanki tüm saflığın ötesindeymişcesine
Titrek bir kedi ve salt yalnızlık.

Ey ışık ve ışığın hiçliği, ey gözyaşları
Hüzün ve umuttan daha yücedir gülümseme,
Ey kuğu, zahiri karanlık sulardaki gerçek mekan,
Ey kaynak, gecenin ta derini olduğunda!

Irmağın iki yakasını bilir gibisin,
Aşırı mutluluk ve aşırı acı.
Orada, mehtap altında gri sazlıkların arasında,
Sonsuzluğu çeker gibisin.


29.09.09 - Je m'Appelle Elisabeth



Je m'Appelle Elisabeth!

Aşk her yaştadır ama anaçlık?

Yoksa o da, hele ki ilk aşkla geliyorsa, yaşmaş tanımaz mı?

Küçük bir kız...

Enfes bir film.

Afişte bazı tanışmaların bizi büyüttüğü söyleniyor.

Mutlaka izleyin.


29.09.09 - Monsieur Flaque

Monsieur Flaque

Tanışmalardan devam edelim yola.

Raymond Briggs'in anlattığı bir hikaye.

Anlattığı diyorum çünkü sadece yazar mı yoksa aynı zaman da illüstratörü mü bilmiyorum.

Çok hoş bir yöntem, aile özlemini ve boşluk doldurmayı anlatan.

Türkçe'ye çevrildi mi bilmiyorum. Zaten çok fazla çevrilecek bir şey yok.

Siz sevdiğiniz bir ufaklık için, ya da kendiniz için, alın. İngilizcesi The Puddleman.

Ben çeviririm size, söz.

29.09.09 - Cevab-ı Mürsel

Tanıdığım biri var.
1.İyi edebiyat yapıyor. (Sanatsal düşüncesi çok iyi.)
2.Çok iyi felsefe yapıyor. (Felsefi, sistematik düşüncesi çok iyi.)
3.Bilimsel düşüncesi iyi. Bilimden mümkün olduğunca anlıyor. Şeyleri bilimsel tabana uydurabiliyor. (bilgisayardan iyi anlar, kuantum fiziğine tutkun vs.)
4.Güzel bir kız.
5.Duyguvi edinimleri, devinimleri, verimleri de iyi.
6.İyi bir akademik hayatı var, alanının en iyilerinden.
7.Kolay dil öğreniyor.
8.Genel olarak insanlarla çok iyi anlaşır, her duruma ayak uydurur, yardımseverdir.
vs...
Fakat, yakın insan ilişkilerinde pek iyi değil. Oldukça kötü. İnsanları üzüyor, kimilerinin hayatlarını bozuyor. (tamam, hayat bozmak biraz abartı olabilir.)

Bu iyi biri mi? Nasıl biri bu kız? Ben karar veremedim.


Böyle bir soru sorulmuş*. Cevap verelim dedik.

Hazırlık süresi dallı budaklı olsa da bu soru en nihayetinde bir ''İyi/kötü nedir?'' sorusu. Ve böyle bir durumda, birisi hakkında bu tarz bi' soruya cevap vermek için o kişiyi şahsen tanımak zaruridir.

Ama bir istisna yapıp çaba sarf edeceğim ( burada dil çıkartıyorum ).

Başlamadan önce söylemeliyim ki sorunun çıkış kaynağına teyit ettirdiğim üzere 'yakın ilişki'yle söylenmek istenen aşk ve yakın dostluklar imiş.

Ve bir insan sevgili ya da dostluk kurmayı neden başaramaz diye düşünmeye başlarsak...
Burada bahsi geçen kız kibirli olabilir. İnsanlarla arkadaşlık ilişkilerini çok güzel yürütmesine engel olmayan kibir, onları kendisine yaklaştırmasına izin vermiyor olabilir. İnsanları seviyordur, ama uzaktan seviyordur. Kendindeki meziyetlerin farkında ve hatta boyunduruğundaysa eğer, güzelliğiyle de doğru orantılı olarak bu söylediğimin mümkünlük kat sayısı yükselecektir.
Ya da bir başka olasılık üstünde durursak; kendi seviyesinde sevgili ya da dost bulamadığından... Eh kriterlerinin altında olup da yakınlaştığı insanların ne olduklarını fark ettiğinde onlara sinirlenip üzücü ya da hayatlarını bozucu şeyler yapabilir.

Çocukluk mevzuları olabilir. Paylaşmayı, özellikle de kendisini ve sevgilisini paylaşmayı sevmeyen birisi olabilir. Bu kız ne sıklıkla ayna kontrol eder mesela?

Narsist olabilir mi? Prenses sendromu ya da?

Prenses sendromu yaşayanlar her ortama ayak uyduramazlar belki ama iyi numara yapanlarını görülmemiş değildir.

En nihayetinde bu kız bir kadındır. Kimseyle sevgili ya da dost olmak istemiyor olabilir. Kendisi istediğini düşünse, bunu kendi ağzıyla göz yaşları içinde söylese de... Zorunluluk, alışılagelmişlik, diğer insanlara benzeme gerekliliğinden dolayı bunları, isteme şeklinin bunlardan kaynaklı olduğunu bilmeden, istiyor olabilir.

Yakınlık kurmak istemiyordur.

Dost istemiyordur mesela. Frijit ya da aseksüel olabilir.

İyi mi kötü mü mevzusuna gelirsek...

Bu soruyu soran kişinin kızla kurmaya çalıştığı ilişkiye bağlı olarak değişir. Bu denli net bir şekilde tetkik edebildiğine göre, soran kişi bu kızla sevgili ya da yakın dost olmak isteğinde değildir. Ya da bunları görüyorsa zaten olmaması gerektiğini bilir.

Kırk yılda bir, bir araya gelip sanki ahbapmışcasına eğlenip muhabbet etmek de iyidir. Zaman zaman gereklidir. Kızımızın kötü tarafının varlığı şüphesiz, sadece iyi tarafıyla iletişimde olmak mümkündür.

Yaklaşmayın, ısırır.

*Bilge Remus Ka tarafından sorulmuştur.


9.27.2009

27.09.09 - Mathieu Bénézet

Mathieu Bénézet

Ce fut naguère
poème ce qui aujourd'hui est cendres
La tombée du jour – et qu'ai je à dire Marcher

sur un chemin automnal – ce que je prononce
est si désemparé de vérité
Les fleurs pareilles fleurs jetées et les mêmes

posées noyées les mêmes douleurs d'un corps
à jamais brûlé
Deux corps furent incinérés Deux corps de femme

et les mêmes douleurs
Il y a de grands étangs sombres dans mon sommeil
Dans le grand fleuve noir le coeur

avec lenteur est une âme aussi
bouche non oubliée et de toute rosée Ce fut
et de sang de femme ce fut Voici

que je pleure d'or à nouveau sans souci de poème
et des mots Sans souci du miroir
Face à celles seules priées par moi je pleure

d'or et non pas de langue



Daha dün oldu
bugün kül olan şiir
Gün batımı – diyeceğim şey Gitmek

bir güz yolunda – dolandığım
gerçekten sebep eli böğründe kalakalmış
benzer Çiçekler atılmış çiçekler ve aynıları

bir vücudun acılarında boğulmaya konumlandırılmış
asla yanmayacak olan
yanmış olan İki vücut kadının İki vücudu

ve aynı acılar
büyük karanlık gölcükler Var benim uykumda
büyük karanlık nehirDe kalp

ile ağırlık bir ruhtur aynı zamanda
kıpırdar unutulmaz ve tamamen pembesidir Bu
ve kadın kanı Burada

ağladığım altındır oysa bir kez daha şiir acısından Yoksun
ve kelimeler ayna acısından Yoksun
sadece benim tarafımdan edilen dualara Karşı ağladığım

altındır, dil değil

9.26.2009

26.09.09 - Özlediniz Evet Evet


Her şey bir sebeple yapılır.

Ben de çorba yaparım. Böyle bir misyon edindim artık, kabulümdür, başımın üstünde yeri vardır.

Şimdi öyle bi' yerden başlayıp sonrasında öyle bir yere geleceğim ki çok hoş bir çorba olacak. Kremalı mantardan da tarhanadan da kaşarlı domatesten de güzel.

Mesela gayet günümüzden başlayacağım, bir süredir taşınma işlemleriyle uğraştığımızdan mütevellit, e yeni evde henüz internet de yok, boşladım.

Facebook'un arayüzünü özleyeceğim neredeyse, düşünün.

Dürüst olacağım İzmir'i çok özledim. Arkadaşlarımın hepsini çok özledim. İstanbul'da arkadaş kıtlığındayım.

Okul deseniz ayrı bir dert. Niye hazırlık sınavını geçtiğimi bilmiyorum mesela. Ha, gerçi iyi ki geçtim, çünkü birinci sınıfta bile bizim dokuzuncu sınıfta işlediğimiz konular aynı mantıkla işleniyor.

Okulun henüz 'Fransız Dili' kısmındayım. 'Ve Edebiyatı' kısmını dört göz on altı kulak ve bir Fransız burnuyla bekliyorum.

Böyle inişli çıkışlı bir ton olaya alışan birinin monotonluğu var. Ve tramvaylar hep dolu. Otobüsler ise gelmesin diye dua ettiğinizde hemen geliyor.

İzmir'e benzeyen tek yanı bu İstanbul'un.

Onsekiz yıl boyunca Karşıyaka'ya genelde 'cüzdan' aramaya gidip sonra bahsi geçen 'cüzdan'ı yatağın altında bulmaya alıştığımdan, taş çatlasın on kere vapuru kullanmışımdır.

Şimdi, her gün iki kez. Hayır alternatifim de yok. Yüzmeyi göze almadığım sürece.

Eski kitaplarımı götürüp sahafta değiştirdim.

Dördüncü sınıftan bu yana okumak isteyip de zamanında annemin almadığı 'Ağız Tadıyla Sevişemedik'i en sonunda okuyorum. Bitecek yakında.

Pakize Suda ne iyi şeydir öyle yahu...

Ne yapıp edip tanışacağım.

Her neyse...

Az önce vakti zamanında hoş ve yeni gözüktüklerinden kullanmaya başladığım ama asla bitiremediğim defterlerimden birini karıştırırken hazırlayıp da yayımlamadığım bir yazımı gördüm.

E yazının bilgisayara geçirmiş hali masaüstü bilgisayarımda, masaüstü hala bağlanmadığından ondan alana dek tekrar yazmayı daha kolay buldum.

Noces de Cana – Véronèse



1563'te Véronèse tarafından Venedik'teki Aziz Büyük George'un yemekhanesi için yapılmış bir tablo. Pek çok benzeri olması muhtemelse de hani bakın şu ressam da bu sahneyi resmetmişti diyemem. Ama dediğim gibi, pek çok benzerinin olması kuvvetle muhtemel.

Yapıt İncil'in ilk mucizesini anlatıyor. İsa ve Bakire Meryem'in katıldıkları bir düğünde şarap bitmeye yüz tutar. İsa altı testiyi suyla doldurur ve onları şaraba dönüştürür. Böylece Eski Ahit'in kutsal suyunun yerini Yeni Ahit'in şarabı alır.

Ressam İncil'deki sahneyi neredeyse birebir yansıtmış çalışmasına. Benim görebildiğim kadarıyla, ki çok net bir gerçek ki uzman bir göz değilim bu konuda, iki farklılık var. İncil altı testi derken resimde sadece dört tane var.

Ve bir diğeri de, kabul edersiniz ki, bahsi geçen düğüne 16. yy. Hükümdarları boy göstermemişlerdi.

Tablodaysa; Fransa Kralı François I, İngiltere Kraliçesi Marie, İmparator Charles-Quint(Şarlken) ve Kanuni Sultan Süleyman aynı masada oturmaktalar. Hatta bir de ressamın kendisi varmış, tablo hakkında okuduklarıma göre ama, onu seçemiyorum.


Joséphine ( Marie-Josèphe Rose TASCHER DE LA PAGERIE )

Fransız İmparatoriçesi (1763 – 1814 ). Beauharmais Vicomte'u Alexandre ile evliliği, adam 1794'te idam edildiğinde iki çocuk sonucuyla bitti: Eugène ve Hortense. 1795'te, Barras'ın arabuculuğuna minnet Bonaparte ile tanıştı ve 9 Mart 1796'da evlendiler. Karısına aşık olan Napoleon onun etkisinde kaldı. 1804'de İmparatoriçe olarak taç giydi ama hiç veliaht veremediğinden İmparator'dan anlaşmalı olarak ayrılıp Malmaison'a yerleşti.

Bunu not almışım. Yanına da Marie Antoinette yazıp soru işaretiyle taçlandırmışım.

Bonaparte tarafından gerçekleştirilen devrim yüzünden tüm asalet kamarası idam edilirken Vicomte da idam edilmiş, tarihlere baktığımızda. Bir insan kocasını öldüren biriyle nasıl evlenir diye düşünmek lazım önce şüphesiz.

Ama bence, Bonaparte Devrimi diyebileceğimiz şeye sebep idam edilenler içerisinde en ön
emli olanı Marie Antoinette idi.

Hayır temsili çizimlerine falan bakın. Onun kadar düzgün giyimli kraliçe var yok yani.
Espri anlayışı da var.

Yazık olmuş.

Eugène ve Hortense nasıl karşıladılar annelerinin bu evliliklerini mesela? Ya lütfen, bilen varsa, ya da bu konuyu anlatan bir kaynaktan haberdar olan, ya da şu andan sonra aşka gelip araştıracak olan, sonrasında bana da haber versin neymiş ne değilmiş.

Kabul edilemez gibi geliyor. Hani birinci dereceden akrabanın öldürülmesi değil...

Ama kadınlar bu durumlarda garip davranıyor malum...

Ogün Samast'a aşk mektupları yazanlar varmış... Cem Garipoğlu için Facebook'ta fan sayfaları açan kızlar çıktı...

Zamanında Kenan Evren'e de evlenme teklif eden bir sürü kadın varmış.
Doktoru iğne yapar, çöpcüyü süpürtür diye istemeyen kadınlar neden darbeci ve katillerden ''Onun da bir bıçağı/darağacı vardır, öldürür beni...'' diye istememezlik etmezler?

Hayır bu adamlardan bi' talep geldiğinde kabul edilmemesini anlarım, o zaman da kabul etmezlerse ölüm tehlikesi, Sen niye eşeğin aklına karbuz kabuğu düşürüyorsun a hatun?

Sebep ne?

Neyse...

Qu’ils mangent de la brioche...*

*Pasta yesinler...

9.22.2009

22.09.09 - L'arc-en-ciel


Ne diyorduk az önce, Bach'ı Bach değilmişcesine çalmak için onu tanımak... Benim örneğim de, herhangi bir yazıyı E. Şafak gibi yazabileceğim yönünde oldu. Eh şimdi deneyeceğim. M.Carey'den bi' şarkıdan alıntı yapıp E.Şafak tarzını uygulayacağım.

Bakalım ne, ne kadar olacak...

Tender love's what you're giving me and
You surpass all my fantasies and
I keep thanking the Lord above for
Blessing me with oh so much

Ben hayal kurdukça, kurulan yolumu, çıkınımı kurdu kuruşturdu. Kurularla yaşlar arasında gidip gelirken, yol üstündeyken ben, sen tüm hayallerimi alt üst ederken uzadı yol, varılmaz oldu durak. Saflık içre saflık ve bir tutam gençlikle verdin sevgini ki bunların tümü, tekmili, otuz ikisinden de fazlası ama en nihayetinde kudretleri ikiyi geçmeyenler, bir topak halinde zembille iniverdiler gökten. Rabbi insanı daha büyük neyle kutsadı bugüne dek?

Evet evet, Okur, bu tam olarak senin için yazıldı. Bakalım beğenecek misin? Ha bu arada, kim aksini iddia edebilir, tüm yazılar, tüm yazılarım şüphesiz Okur için yazıldı desem.

Hamuş: Şarkı Mariah Carey'den Yours. Öylesine seçilmedi, pek severim. Okur içindir, Okur da bilsin diye özellikle seçilmiştir.

9.20.2009

20 Eylül 2009 - İyi Bayram Tabi

Dua vardı ya hani, sana küfür ederken söylemiştim de sen hatırlattın bu gece, bak onu bile tazeleyip unuttum ben. .del uzantılarını bile sildim. İstersen yine, Matrix'i bile izlerim söz. Sex and The City'i övmemeye çalışarak. Bu kez harlayarak harcamam da önce hatırlat bana derim. Bildir ki bileyim.

Biliyorsun, hep dedim, sen bildirirsen sorun olmaz asla diye. Senden öğreneyim her şeyi istedim. Bunu hala istiyorum. Hep isteyeceğim.

Ama geçen süreç, hani bi' deneme süreciydi belki de. Kartlar dışında hiçbir şey bilmeden başladık biz, malum. Nikahta keramet vardır misali, başladıktan sonra yolda öğrendim ve Tanrı da sen de biliyorsun ki bundan mızmızlandım, baştan bilsem böyle olmazdı dedim.

Zaten başındayız, bunu yeni görüyorum.

Görüyorum.

Her gece yatağa gittiğimde görüyorum seni. Olsan da orada olmasan da.

Tatlı bir rüya mısın yoksa güzel bir kabus mu bilmesem de uyanmam ki ben, yanımda televizyon bile izleseler. Sadece, bi' kere, küçükken, deprem uyandırmıştı beni, o kadar sıkı sarsma yeter. Yine de hafif salınımlar, ufak devinimler güzel.

Duygusal çalkantılı günler hep sisli günlerde yaşanır ki hatırlandıklarında gerçek değilmiş gibi gelsinler.

Gelsinler de boya kalemlerimi görsünler. Çünkü artık mavi değil de kırmızı yaptığım resimler. Senin kırmızın kadar kırmızı değil bu, uçuk çilek kırmızısı. Sen de bu olacaksın. Böyle olmuş, olduğundan yumuşamış, şerbetini toplamış çilek kırmızısı.

İşte bu yüzden, tam da şu anda, biri ışıkları açsın, ayakkabı koyulan odada, eşyalar değil de müzikle dekore edilmiş odada, penceresi açıkken uyuyamadığım odada, ve uyuyanlar var diye ışığı açmana izin vermediğim odada, birileri ışığı açsın da karanlıktan aydınlağa geçerken, bi' an, beni maskesiz yakala da gör. Aslında o kadar iyi değilim.

Ben sadece geride bırakmayı bildim hep. Senin için yanlış olsa da bana göre korunaklıca bitirdim işlerimi, kaldırdım raflara tek tek. Tabi bu sırada her sayfada, ki bu basamak da oldu zamanında, bir şeyler öğrendim. Ve affola, senin öğrendiklerini de sorguladım.

Sahi, affedebilecek misin beni? Desen de affedilecek bi' şey yok sen pür-ü paksın, biliyorum ki beni affetmeye ihtiyacımız var.

Seni aylarca odana kapatanlar beni dışarılara ittiler zamanında. Dost kucaklarına sürüklediler ki o kucaklar hep meme doluydular. Saolsunlar bugün de yalnız bırakmadılar.

Bak, senin arkadaşlarından bile dost edindim ben. Hadi silkin de kendine gel. İyileş. İyileşelim. Bunu okuduğunda, bi mesaj at bana.

Bu bir kavşaktı, döndük ama hayallerimiz sürüyor, gör. Artık gerçekliğimizdeyiz, hoşgeldik. Duvar yumruklamak yerine sevelim, olmaz? Benim için üzgün hissetmiyor olamazsın.

Burnumu sokuyor oldum. Burnuk vardı, ama sen Fantastik Canavarlar Nelerdir? Nerelerde Bulunurlar?'ı okumadın. Burnuğun olabilirim. Parıltılı eşyalar ve altınlar getiririm. Ve eğer sen kendin anlatırsan, bulmama izin vermeden bana, saklamazsan kendine hem daha kolay biz oluruz, burnumu sokmuş olmam, hiç böyle düşündün mü?

Ve her buluşumda, her fark edişimde, her yakalayışımda, inan 'Evreka' diye bağırmak gelmiyor içimden. Bir deha, bir kaşif gibi hissettirmiyor. Aksine... Aptal, enayi, küçük ve değersiz hissediyorum. Zarar veren, 'kayışları' koparan bu.

Sözüne inanırım, haydi zıpla. =)

Kanatlarımızı gerip uçarız hem artık. Senin hızınla baş edebilirim gibi geliyor. 'Manyak mıyız biz?' demeden o salıncaklarda sallanırım. Güvenmiyormuş gibi yapmak zorunda da kalmam.

New Generation bi' şey bi' şey modeli BİZ olabiliriz.

Vapura bineriz, kartvizit uzatırlar. Benim şortumu takarlar kafalarına, sonra sen arkalarından izmarit fırlatırsın.

Yenilenirsek, neler olmaz...

Bayram bile iyi olur.

Müslüman bayramı, ben Ortodoks sen deist, tüm gayrimüslimler için kutlu olur.

9.17.2009

17.09.09 - İyi, Kötü, Kürt...

Sekiz gün olmuş yahu... Ev bakmak, okul işleri vs derken...

Neyse, yarın İzmir'e dönüyoruz ailenin İstanbul kanadı olaraktan.

Zira ev tuttuk ve eşyalarımızı almalıyız. Her şey çok güzel gidiyor. Denk düşme, düşeş, Nottingham Düşesi ve daha hepsi, peki çoğu, otuz iki kısım tekmili... Kulak çekip tahtaya vurun.

Ebru ve Arzu'nun çocukluklarında oyun oynadıkları evde yaşayacak olmak da güzel bir his. Ve Berkcan Ebru, Arzu ve Esra'nın okuduğu okulda okuyacak.

Bahsi geçen okul tuttuğumuz evin hemen çaprazında.

Tabi sadece bu değil. Muafiyet sınavına Fransızca'dan giren öğrenciler içerisinde muvaffakiyete ulaşan bir bendenizim. Ders programım da ayrı bir şuh. Pazartesi günü 14.45-16.10 arasında derslerim, salı boş günüm, diğer günlerde de 11.40'da çıkıyorum okuldan.

İstanbul'daki arkadaşlarıma duyurudur. Bu saatler dışında müsaitim.

Ve asıl İzmir'dekilere duyurulur ki cuma akşamı gelip çarşamba akşamı geri döneceğim, ben arayamasam da siz arayın beni ki görüşelim.

Anneannem de içli köfte yapsın. Ya da otlu börek.

Ders programımı kıskananlar da , isim vermek gibi olmasın ama Oytun, çatlasınlar =)

Neyse...

Bu sabah Cem Garipoğlu 'teslim' olmuş. 197 gün sonra. Ceza Hukuku'na minnet hem reşit olmadığı hem de kendisi teslim olduğundan sanırım ceza indirimi alacak. Yine de tutuklanıp bir yere kapatılması her şekilde iyi.

Şu saatten sonra dışarıda kayırılan zanlı de içeride, mahkemede korunmaya devam edecek.

Görenleriniz oldu mu bilmiyorum ama yakalandığı sırada görüntüsü alınmış zanlının. Sakal, kilo... Nasıl da Ogün Samast'a benziyor.

Hatırlıyorsunuz değil mi?

Ogün Samast'ı?

Hani Hrant Dink'i öldürmüştü 19 Ocak'ta. BBP'nin gençlik örgütü, İdil Biret'in konseri sırasında eylem yapan Alperen Ocakları'yla bağlantısı olduğu Muhsin Yazıcıoğlu tarafından yalanlanmıştı. Polislerle jandarmalarla kahramanmışcasına fotoğraf çektirmişti. Her duruşmasında ahkam keserdi.

Hatırladınız, hatırladınız...

Bakalım Cem Garipoğlu'nun davaları nasıl olacak?

Dava demişken açmakla davaları olan insanlar var malum. Bu insanlar hala konuşmalarında iyi/kötü Kürt etiketlerini kullanıyorlar.

Dahası, bazıları iyi,kötü,Kürt diye etiketliyorlar insanları.

'Siz kendinize Kürt derseniz benim gözümde de başka bir vasfınız olmaz. Hem zaten nankörsünüz de.' dercesine.

Hem Ermenistan'la ilişkilerde, hem Kürt Sorunu'nun çözümlerinde, hem sağ cephe hem de Türk solu - çünkü böyle terim var, Türk solu diye, milliyetçi sol - karşı tarafın talepleri olmasını bir 'had aşma' durumu olarak görüyorlar.

Anlaşma kelimesinden anladıkları şeyin ne olduğunu cidden merak ediyorum.

Hülasa, bitirirken, hatırlatmak isterim, bu kadar karman çormanlıktan sonra, severim ben bunu:

''Üfleme. Çünkü bu bir çorba, sıcak tüketile.''

Kendinize dikkat edin.

=)

9.09.2009

09.09.09 - Buca Anadolu Lisesi

Evet evet yazamadım biliyorum. Pardonlar pardonu.

Çok bir olay olmadı zira. Bi' tek paso yağmur yağıyor ve ben de yarın ki sınava çalışıyorum.

Gerçi iki geceliğine konut değiştirip Esra Ablamda kaldım. Koltukları enfesti.

Alacakaranlık'ı izledim en nihayetinde.

Berkcan beni özlemiş olmalı ki ilk kez bana mesaj attı. Şu tarz bi' yazınla; 'Nbr uniwersiteli?'. Büyüyecek diye umuyoruz ya... Bakalım.

Kadıköy ve Moda arasında kalan yer(e ne deniyor acaba) enfes. Sahaflar, kiliseler... Bi' ara fotoğraf makinası edinip çekeceğim hepsini.

Annemi özledim! Mutfakta mantar pişiyor... Bittersweet bir durum.

Bittersweet demişken Whitney yeni albüm çıkartmış, bakalım bakalım...

Beyoncé'nin Halo'su cidden iyi şarkı, anca dinleyince...

Günlük hayatım tıkırında kısacası. (Tıkırında?)

Ama...

Geçen gün, gazeteleri bu kadar sıkı takip etmiyorum ya Rab, Serdar Yay'ın Çocukların Açılımı adlı yazısını okudum.

'Bir bu eksikti...' dedim.

İsteğiniz doğrultusunda aşağıdaki adresten okuyabileceğiniz bahsi geçen yazı bana bir kısmıyla lise meclis oluşumunu dahası liseli gençlerin siyasi gruplara ayrılmalarını düşündürdü.


Serdar Yay yazısında şöyle demektedir:

Yani lise öğrencileri bu tarz devlet konuları hakkında, ki evet bunun adı siyasettir, dile getirecek fikirleri olmayan apolitik kişilerdir. Herhangi bir siyasi oluşum ya da düşüncenin taraftarı olmaları mümkün olmadığı gibi devlet kurallarına göre yasaktır.

Peki.

Biz lisede ne ile uğraşıyorduk? Her meclis seçiminde sağ tarafa yakın öğrenciler bir şekilde başkan çıkarken yazarımızın bir kez bile 'Lise öğrencileri siyaset hakkında belirtecek fikri olmayandır, bu gruplaşma yanlıştır.' dediğini hatırlamıyorum. Aksine kendisinin bu sistemin dahilinde olduğunu hatırlıyorum.

Ve yine aynı sağ görüşlü öğrencilerin pek çok yerde nasıl kollanıp gözetildiğini de hatırlıyorum. Pek çok örnekle hem de.

Bu yüzdendir ki bu yazarımızın 'Çektar Öğmen' adlı kişinin düşüncelerini 'hoşgörü' gibi bir erdemle kabullenmesini, aslında kabullenip kabullenmemesinin kimsenin umrunda olmadığını, kendisinin de herkes gibi biri olduğunu ve hoşgörmek gibi bir ebilirliği olmadığını, insanların istediği herkesi kahraman/önder seçebileceğini anlamamasını doğal karşılıyorum.

Anlayamadığım tek şey; bu kadar istek ve şevkle yazan birinin ( iyi ya da kötü öyle yazıyor ) yazdıklarını bir kez göz okumasına tutmaması ya da Türkçe Gramer konusunda bir parmak yol alamaması.

Edebiyat ve Dil ve Anlatım derslerine kim girdi merak ediyorum.

Hülasa, an itibariyle Avrupa Yakası diye bir yer olmadığından, Yunanistan'a kadar her yerin deniz olduğundan korkmaktayım.

Yemek yiyeceğim üstelik, acıktım.

9.05.2009

05.09.09 - Hayestani Hanrapetut'yun

Merak ediyorum. Neden Azerbeycan Ermenistan'dan iyi diye? Neden bu konular konuşulurken ' Barışmayalım. Savaşımız kâfi sidik yarışımız bâki... ' mantığı vardır dillerde?

Yurtta sulh cihanda sulh suflörün bile unuttuğu bir sufle mi yoksa duymak sahnenin işine mi gelmiyor?

Ermeniler Birinci Dünya Savaşı'nda Ruslarla savaştılar der bazıları.
Azeriler de Rus ordusundaydılar.

Ermeniler, Hocalı Katliamı...
Bilmeliyiz değil mi artık sırf işimize geliyor diye resmî söylemi kabul etmek doğru değil. Azerilerin de elleri armut toplamamıştır eminim.

Karabağ. Azeriler niçin Kıbrıs Türk Yönetimi'nin yanında yer almadılar? Neden Türkiye'yi her daim hami olarak görüp 'İki Ülke Tek Millet Sen Benim de İşlerimi Hallet, Yanı Sıra Hoşuma Gitmezse Hiçbir Şey Yapma' modunda kaldılar?

Ermenistan Soykırım'la ilgili lobi yapmayacağını da söylemiş işte? Neden sınırı açıp insanlara - etnisite bir yana - insanca yaşama ortamı sunmak için eşit derecede geri dönüş beklemek gerekir?

Pollyanna bakışı değil bu. Biliyorum işler böyle yürümüyor yine de kapının açılacak olmasının sıradan insana, halka, Ermenistan yahut Türkiye halkına, maddi açıdan olmasa da manevi açıdan huzur getireceğini göremiyorlar?

Yugoslavya'nın başına ne geldiğini gördük, görmedik mi? Kafkaslar da çok farklı değil şu günlerde.

Ama umursanan Balkanlarda Boşnaklar Kafkaslarda Azeriler.

Peki Anadolu?

Akşam yemeğinde zeytin yağlı yaprak sarması ve çiğköfteyi aynı sofraya koyup, arabaşı çorbası içen sonrasında cezvede kahve yahut baklava tüketen insan. Nasıl sabah uyanıp da Yunan'a, Ermeni'ye, Süryani'ye, Kürt'e ve en nihayetinde Türk'e düşman olabilir? Olabilir mi ya da?

Yüzyılın başında bokpüsür olaylar yaşadık, birbirimizi boğazladık. Yine de Azerbeycan'ın başkentinin adı Bakü, Bakü Ermenice.

Suni bir varlık kapı. Adaşım olan kapı hem de. Ermenistan'ın ticaretini arttırıp para kazandıracak. Umarım, dilerim.

İlla topraktan bir yerlere uzanacaksa konuşmamız, dialoğumuz, siyasetimiz; buna uzansın.

Yeter ki o toprağın üzerinde provaktörlerin sidik yarış izleri olmasın.

Not: Serdar Yay'ın 02/09/09 tarihli Ermeni Açılımı adlı yazısına cevaben, cevap alamayacağım bilinciyle yazılmıştır.


Biraz Fotoğraf






Fotoğraf makinesi edinmeliyim.

9.04.2009

04.09.09 - Güvenkıran


İzmir'de, eczanede , biz topuk çatlakları için vazelin ve toz halindeki salisilik asidi karıştırıp majistral bir krem yapardık ki bu krem kurumuş ve çatlamış deriyi yakarak yerine yeni ve sağlıklı bir deri gelmesini sağlar bu sırada vazelin bölgeyi nemli tutup acıyı dindirirdi.

Peki güven çatlakları için neyle neyi karıştırıp bir merhem hazırlanabilir?

Güvenmenin gittikçe zorlaştığı bugünlerde, zaten güven yoksunu varlıklar olarak gezen insanlar tam da güvendikleri birini bulduklarını düşündüklerinde acele ettiklerini/büyük konuştuklarını/Tanrı'nın kendilerine güldüğünü akıllarından çıkarmamalılar.

Güven eksikliğinden manyak olsun insanlar, demiyorum tabi ki. Ama...

Şöyle anlatayım, ben görerek ve bilerek inanan biriyim, pek çok diğer insan gibi. Hayatımdaki hiç kimse hakkında, kendim hakkımda bildiğimden daha çok şey de bilmiyorum. Buna rağmen, bazen kendime olan güvenim bile sarsılıyor ki bu cümlede geçen güven kelimesi özgüven kelimesinin anlamından çok 'yakıştıramamak' kelimesine yakın.

Peki 21yy. insanı kendisine ve babasına güvenemezken, oldu da birisine güvendi diyelim. Ve sonrasında güveni sarsıldı. Ne yapmalı?

Güvenkırıcının konusuna ve önemine göre değişebilecek bu ' To Do List' kişinin ve kişinin önemine göre de şekillenecektir. Eğer bu ademoğlu/havvakızı sizin güveninizi tekrar verme pahasına hayatınızdan çıkartamayacağınız birisiyse ikinci bir şans verin derim ben.

Belki de bu merhemin formülü olabilir. Sabır ve tekrar güvenme isteği.

Güvenkırıcının mevcudiyetine rağmen o kişi yakınınızda tutmanız salisilik asit misali sizi ( sizi burada iki kişi ) dağlayacakken tekrar güvenme isteğiniz sizi bir arada tutacaktır.

Ve eğer başarabilirseniz, bi' ihtimal, her şey eskisinden de iyi olabilir...

**********************************************************

Aşüftevi'den bu yana insan ilişkileriyle ilgili yazmadım, özlemişim. Şimdi efendim biz bloga dönelim madem...

Dün Oytun'la birlikte Yeditepe Üniversitesi'ne, Oytun'un ders kayıtlarını yapmaya gittik ve neredeyse bütün gün orada geçti.

Karin Karakaşlı'yla tanıştım bu arada ama sanırım daha canayakın birini bekliyordum. Çok meşguldü, belki sebep budur.

İçeri girişimizden yüzyıllar sonra okulda işimiz bitip Kadıköy'e doğru yola çıktığımızda Deniz'de kalmaya karar verdim ve karşıya geçtik.

Akşam da çok eğlenceli bir masa olduk ki masanın mevcut sayısı üçten başlayıp ona çıktı. Masadaki ezici çoğunluk İzmirliydi.

Geçen sefer Loren'dan fotoğrafları alıp koyacağım tarzında laflar edip hala o fotoğraflara ulaşamadığım için fotoğraf koyacağım yazmaya yüzüm yok ama umudum var.

Bir de... De la Bülent à l'Elif yazısını yazdığım sırada kardeşim olacak insansının Facebook'ta arkadaşının gönderdiği bir videoya yaptığı yorumun fotoğrafı aşağıda.


Annemi İzmir'e yolcu edeceğiz bugün. İki hafta göremeyeceğim onu ama sonrasında çok büyük bir ihtimalle buraya taşınacak. Gelirken ayağımı sürüdüp, niyetim İstanbul'u yirmi milyon yapmak.

9.02.2009

03.09.09 - De la Bülent à l'Elif


Çok alakasız evet ama daha henüz Fox Tv'de garip isimli bir magazin programının 'Şok Şok Şok' ve 'Az Sonra'ları arasında izlediğimiz kısmı Popstaralaturka'yla alakalı kısmında türbanlı bir yarışmacı, Armağan Çağlayan ve Bülent Ersoy vardı.

Bir Alman gazetesinde hakkında bir makale çıkan yarışmacıdan başlayan bir tartışmanın sonucunda Bülent Ersoy bir kaplan, bir Panter Emel edasıyla şu sözleri söyledi;

''Onlar bizi sevmiyorlar biz de onları sevmeyelim.''

Karşısında türbanlı bir bayan, bayanın hakları savunuyor Armağan Çağlayan'ı yanlış anlayarak.

Burada durun.

Habertürk, 28.08.09, Elif Şafak'ın 'Ağrı Eşiği Yüksek Kadınlar' adlı yazısı. Yazının tamamına şuradan gidiliyor ; http://www.haberturk.com/HTYazi.aspx?ID=3782

Benim bu yazıya katacağım kısım ise şudur:

Eğer erkek siyasetçiler didişmeye devam edeceklerse, farklı ve yapıcı bir üslup geliştiremeyeceklerse, takılmış plak gibi aynı şeyleri tekrar edeceklerse, o zaman çekilsinler. Ekstra kotalar ve pozitif ayrımcılıkla kadınlara yol versinler.
Ve sanmasınlar ki kadın tecrübesiz. Sanmasınlar ki kadın zayıf veya nazenin ya da dirayetsiz. Onlar sıcak gündem tartışırken, bu ülkede on binlerce kadın akla hayale gelmedik zor koşullarda hayat mücadelesi veriyor, çocuk yetiştiriyor. Ağrı ve hüzün eşiği yüksek kadınlar bunlar, kolay kolay yıkılmıyorlar.

Bu arada Armağan Çağlayan bir ara Bülent Ersoy'a ''Siz bu ülkenin önder insanlarındansınız.'' dedi.

Elif Şafak da kadın politikacılara pozitif ayrımcalık yapılsın demiş. Tanrım düşünsenize Bülent Ersoy'un mecliste olduğunu... Dinlemeden eser kükrer... Olmadık yollara olmadık taşlar koyar...

Tabi çok rahat düşünebiliyorsunuz bunları. Bütün meclis, meclis dolu tabi erkeklerle, bu zihniyete sahip. Bülent Ersoy da 'Türk'ün Türk'ten başka dostu yoktur' hususunda tıpkı o erkekler gibi düşünüyor.

Yani Elif Şafak'ın önerdiği pozitif ayrımcılık, her kadına genellenecek bir şey olamaz. Bakınız hali hazırda mecliste olan kadınlar... Canan Arıtman diye bir kadın var yahu.

Sonra tabi, Bülent Ersoy gibi önü kesilemeyen bir başka önder var. Hülya Avşar.

İyice saçmalanıyor yahu.

İnsan Bahçeli ve Baykal bile daha iyi diyor. O derece.

En azından 'iş' yüzyıllardır onların tekelinde olduğundan birazcık biliyorlar ne dediklerini.

02.09.09 - Kilo Verdim!

İstanbul, İstanbul, İstanbul...

Burada yağmur yağıyor! Hem de eylülde!

Evet, bir İzmir'li olarak bu yadırgama/kötüleme dolu cümleleri daha uzun uzun ( yetmişbeş seksen yıl) usanmadan kuracağım.

Tabi hepsi bu metinde olmayacağından şimdi başka cümleler kurma zamanı diyebiliriz.

Destination değil de journey olan yolculuğum 31.08.09 akşamı Metro adlı seyahat şirketinin saat 23.00te hareket eden çift katlı otobüsüne binmemle başladı. Validem ve Oytun da yanımdaydılar.

Ortalarında masa olan dörtlü koltuk öbeklerinden birinin üç koltuğunu istemiş olsak da annem ve biz farklı öbeklere oturtulduk ve dahası, oturma düzenimizin aldığı en son şeklin bilet kesim numaralarıyla alakası yoktu.

Kör topal bir yolculuktu. Zaten havalandırma sistemi de üst kattakiler aşağıya üflüyormuş da o hava oradan geliyormuş gibicesine çalışıyordu.

Susurluk'ta soğuk sandviç aldık ve bayat çıktı.

Ha bu arada, benimle aynı bölümü kazanmış ve öncesinde de bir dönem lisede aynı okulda okuduğum bir arkadaşım da bizimle aynı otobüsteydi. Üst katta oturuyordu ve anlattığına göre üst katın çilesi daha da büyükmüş.

Sabah şaşırtıcı bir şekilde sağsalim İstanbul'a ulaştığımızda her şeyin daha yeni başladığını, o günün kabuslar kabusu bir gün olacağını ne körpe bedenim ne de körpe aklım asla tasavvur etmemişlerdi.

Bizi ağırlayacak olan kuzenim - annemin kuzeni daha doğrusu - Ebru Abla'mın evine girip bir kaç dakika eşya yerleşimi yaptıktan sonra kapıdan çıktık ve o kapıdan içeriye tekrar girdiğimizde saat dörtbilmemkaç idi ve ben İstanbul'dan hali hazırda sıkılmıştım.

O günün akşamı, Oytun'u yanına alan - Oytun'un yurdu ayın beşinde açılacakmış, tabi bizim bundan haberimiz yoktu - arkadaşı Deniz'in evine gittim. Çok sevimli bir kız olmasının yanı sıra - Derya, okuyorsan eğer bana seni hatırlattı hep =( - evinde hayatımda gördüğüm en sevimli köpek vardı. O kadar ki, ilk defa köpek sevdim.

Ben kedi insanıyımdır.

Sonracığıma, dün, Loren ve onun pek cici arkadaşı Melisa'yla buluştuk BenDeniz ve Oytun. Melisa oruçlu olmasına rağmen bizim tüm tüketim çılgınlığımıza katlandığı için muhtemelen bir ömr-ü hayatı boyunca oruç tutmaktan muaf tutulurdu ama Tanrı ve sistemi pek adil değil malumunuz.

İşte bugün de Deniz'in evinden Ebru Abla'mın evine dönüş hattı üzerinde Haydarpaşa'da durmuş olan vapurun Kadıköy'e doğru tekrar hareket etmesini bekliyorum. Şenel ve Ayşegül Ablaların tanıdıklarından oluşan bir öğrenci evine bakacağız sanırım. Zira yurdum, Avcılar diye bir yerde ve İzmir mesafeleriyle anlatırsak eğer;

Okul - Yurt ( Beyazıt - Avcılar ) = Ev - Buca Anadolu
Okul - Kadıköy = İzmir - Bergama x 2

Biraz daha mesafeyi göze alırsam her gün uçakla İzmir'e dönüp yatağımda uyuyabilirim.

Az önce ( tabi siz bilmiyorsunuz ben yazıyı yarım bırakıp vapurdan indim eve geldim duş aldım ohoo... ) baktım yetmiş kiloyum. Geçen hafta bundan bi' iki daha fazlaydım.

İstanbul'un bu yanını sevebilirim bu düzenle kilo verirsem.

Not: Günün akışı dahilinde kısamesaj yoluyla İzmir'de olup olmadığımı sorup İzmir'de olmadığımı hatırlatan Zeynep ve Gökhan'a da sevgilerden bir demet. Değilim efendim İzmir'de ne yazık ki. Bayramda artık.

=(