8.28.2009

28.08.09 - Tanrı'm Bende Ne Sabır Varmış...

Bunu yapacak kadar boş vakit bulduğuma inanamıyorum zira şu kısıtlı zamanımın daha da kısıtlı boş zaman hanesinin bu paydasını George Sand'ın hayatıyla ilgili yaptığım çalışma için harcayabilirdim. Ya da ne bileyim, Sims oynayabilirdim.

Bu arada, yazdığım şu cümle yazının en önemli cümlesidir; Sims 3'ü mutlaka oynayın.

Şimdi çok daha sıkıcı ve hatta bence abesle iştigal olan
cümleler yazacağım. Çünkü uyku tutmayacak yazmazsam.

Benimle aynı liseden, iki dönem öncemden mezun olmuş bir öğrencinin yazısına cevap yazacağım. Kendisi bu yazısını Facebook profilinde ve adının yazılı olduğu sitesinde paylaştığından, ismini kullanmakta bir sakınca görmüyorum.

Yazısını yer yer inceleyeceğim Serdar Yay'ın sitesi ve bahsi geçen yazısı için şu adreslerden yararlanabilirsiniz;
http://www.amatoryazarlar.com/makaleoku/1654/soruyorum;-kim-ister-.html
http://www.serdaryay.tr.gg/

Kürt Açılımıyla ilgili olan yazı, olaya verilen adların değişmesine değiniyor önce. Buna çok taktı insanlar ki Kürt Açılımı adının değiştirilmesinin ilk sebebi de buydu. İsim çok çarpıcı olduğundan gerisine bakmadı pek çok kişi.

Caydırıcı bir isim zira. Çünkü artık, isteseler de istemeseler de, kimse 'Kürt'ün 'ezilen kar sesinin çıkardığı yansıma adını alan dağ Türkleri' demek olmadığının farkında.

Yazarımız başlığı kaldırıp altına bakmış gibi en azından. Şüphesiz çok farklı şeyler görüp çok farklı yorumlamışız olayı.

Her şey bir yana, bende onun üslübunun insanda hissettirdiği 'Benim adım Hıdır, elimden gelen budur.' hissiyatı olmadığından, daha köşesiz davranacağım.

İlk paragrafta göze ilk çarpan her öküzün altında ABD arama mantığı. Sol kesimin - Chp'yi hariç tutuyorum zira onlara sol demek garip geliyor - yani hani başka ülkelerde, hatta bi' zamanlar bizim ülkemizde de bulunan sol kesimin ABD'yi her şeyden paranoyakça sorumlu tutmasını, onun karşısında kendisini güçsüz hissetmesini anlıyorum ama 'Bir Türk dünyaya bedeldir.' sözüne gönülden inanan sağ kesimin 'ABD bize bunu yaptırıyor, biz hiçbir şeyi kontrol edemiyoruz.' diye yakınmasını kendileriyle çeliştikleri şeklinde yorumluyorum. Ayrıca ben şahsen açtığım bir kuyuda kirli su içinde boğulacağımı bilsem o kuyuyu açmaya devam etmem. Safi bir mantık kafidir bunu anlamaya.

'Yaşanan olayların yaşanacak olayların mesajını verdiği şu karanlık günlerde Yüce Türk milletini bir kez daha bilinçli olmaya bu süreçte asla ve asla yanılgıya düşmemeye çağırıyorum ve çağrımdan sonra yazımın esas konusundan söz etmek istiyorum.'

Müthiş bir ego. Gerçekten. Toplam okuyucusu şu an itibariyle ( 01.26 )otuz altı olan bir yazar değil de Orhan Pamuk'muş gibi. Yazının esas konusuna geçiyoruz bu arada.

Oysa anladık yazının asıl konusunu ve yazarın neden rahatsızlık duyduğunu. Ne çok orjinal bir rahatsızlığı var ne de orjinal bir bakış açısı. Dahil olduğu ideolojinin ezber ve çelişkilerine cuk diye oturuyor.

Üstüne üstlük 'Yüce Türk milletinin Yüce ve Kutsal Dili'nin bütün gramer yapısı dümdüz ediliyor. Tüm yazı boyunca ve tekrar tekrar.

Mesela bir örnek;

'Şimdi son hafta yaşananları irdelemeye çalıştım.'

Didiklemeyeceğim.

Devam ediyorum. Bir yerden sonra 'Devlet nezdine' geçiyor ve oradan kronolojik bilgiler ediniyoruz.

Geçen hafta Kayapınar ilçesine bağlı Kırkpınar mezrası, eski adı olan Çelkeniya'ya geçti, duymuşsunuzdur. Çelkeniya Kürtçe bir isim ve orada yaşayanların çoğu da Kürt. Yazarımız Çelkeniya'nın Kırkpınar'ın eski adı olduğunu söylemiş ama buna içerlemiş de.

Gerçekten isim değişikliği bence de saçma bir şey. Halikarnosos'a Bodrum diyoruz ya... Küfür gibi. Medeniyetler beşiği diye övündüğümüz Anadolu'nun isimlerini Anadolu dili bile olmayan bir başka dile çevirmek bana işgalci bir zihniyetin ürünü gibi geliyor. Bu sebeple Çelkeniya'nın devamın gelmesini görmek güzel olur.

Ayrıca yaptıkları şeyleri onaylamadığı halde cumhurbaşkanı ve başbakan kelimelerini 'sayın'sız yazmamasını makama saygı diye yorumlamalıyız sanırım.

Ve gereksiz yere Baskın Oran'ın adının önündeki ünvanlardan utanıyor o ünvanlar ve sorumlulukları sadece Baskın Oran'ı ilgilendirirken.

'Sen kimliğinden de özünde de utanabilirsin ama aslına ve özüne asla leke kondurmayacak 72 milyon Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı var. '

Üzgünüm, ama yok. Yani o yetmişiki milyonun zaten hepsinin etnik açıdan Türk olduğunu düşünmek nüfusun 99%nun Müslüman olduğunu düşünmekle aynı şey.

Ve yazarımız biz halka seslenerek bitiriyor. İkilemlerden bahsediyor.

Ben Nelly ve Kelly düeti olan Dilemma'yı dinlemek istiyorum.

İyi sabahlar.

8.25.2009

24 Ağustos - Long Weekend


Arkadaşlarımla olmayı seviyorum. Dahası Lost'u da seviyorum! İşte İstanbul'da özlenecek bir şey daha...

Bu haftasonu resmi geçit gibiydi ve yapmak istediğim şeylerin başında gelen görüşmelerin pek çoğu yapıldı.

Derya'yı, Özge'yi, Yıldırım'ı, Emre'yi, Seda'yı, Ayşe'yi Gökhan'ı, Mert'i, Zeynep'i gördüm ve Oytun buradaydı.

Gitmeden göreceğim kişiler ve yapacağım işler var tabi hala.

İki belki üç çok değerli öğretmen var görmem gereken ve hazırlanmam gereken bir de sınav.

Dayım da gelecek haftasonu. Sanırım onu da bir gün kadar görebileceğim.

Bugün ise, ani bir kararla izin almak zorunda kaldım çünkü valilik, noter vs. angaryalarının artık yapılması gerekiyordu. İlk kez, gerçekten, gidişimin yaklaştığını hissettim.

Noterdeki kız bi' kaç mühür için yirmi liramı aldı ve 'Vali'de Edip Adıvar'ın üniversiteye yerleşen öğrencilere bir sefere özel verdiği para yardımının kaldırıldığını öğrendim.

Ama yine de bankada hesap açma kısmı bir sorun çıkarmadı.

Bakalım daha neler olacak?..

Dahası adı Oktay Vural olan bir MHP mensubunun Star Haber bülteninde yaptığı bir 'Merhaba ben yeni bir boğazı patlayana kadar konuşup karşısındakini dinlemeyen bir televizyona demeç verebilenim' gösterisini izledim bu akşam. Normalde Star Tv izlediğimden değil ama zapping dedikleri bu işte. Neyse... Bulabilirseniz izleyin o videoyu. Muhabirin telefonu kapatış kısmı baya hoş.

Hadi iyi geceler.

8.19.2009

19.08.09 - İlk Düşüş

Eczaneyi de özleyeceğimi fark ettim ya bugün... Bu gidiş çok değiştirecek beni. Ne kadar sızlansam da orada/orası hakkında, sanırım içten içe orada geçirdiğim her günü çok sevdim.

Her şey bir yana sürprizlerle dolu bir yerdi ve ben gittikten sonra da öyle kalacağını bilmek biraz su serpiyor kalbime. Kendine has ambiyansı olan yerleri bilirsiniz, burası da öyle bir yer.

Bölüm sonu boss'u diye adlandırılabilecek tatta 'unique' hastalarıyla, içlerine dahil olduğum eşsiz çalışanlarıyla ve ona ne kadar saygı duyduğumdan bi'haber eczacısıyla...

Balçova'ya yolu düşeniniz söylesin, adresi vereyim. Aspirin alma bahanesiyle girip bi' muhabbet edin. Olmadı dönen muhabbeti dinleyin. Benden de bir selam söyleyin.

Çalışanların haricinde, bu 'unique' müşterilerin şahı bir amcamız da orada olacaktır muhtemelen. O amca ki adını veremiyorum burada, bana bugün erkeklerin evliliğe bakış mentalitesini açıklamış olabilir.

Hem de aşağıda görebileceğiniz kadar lirik bir biçimde;

''Eşin güzel ise düğün senin evinde. Ne işin var düğün evinde?
Gir eğlen... Çık eğlen...

Eşin çirkin ise ölü senin evinde. Ne işin var ölü evinde?
Gir ağla... Çık ağla...''

Düşündürücü. Bi' ara, belki biraz araştırmanın ardından, sırf bununla ilgili bir yazı yazacağım.

Bunun dışında bugün biraz hüzünlüydü. Çok kısa süredir tanıdığım ve keşke daha iyi tanısaydım dediğim bir arkadaşımı, Alper'i, İsveç'e yolluyoruz. Onu uğurlama için bir grup birbirinden çok farklı telden çalan insan tek bir masada toplandık.

Hediyeler verdik ve fotoğraflar çektik. Elime geçtiklerinde, çirkin de çıkmış olsam, paylaşacağım.

Alper'e müthiş yolculuklar diliyorum. İyiden çok daha fazlasını hak ediyor zira.

Masada bir diğer önemli insan - herkes çok önemliydi şüphesiz ama - Gökhan'dı. Çünkü sadece Alper'i uğurlayan bizin aksine - biz = masanın geri kalanı - Gökhan hem Alper'i, hem beni hem de Mert'i uğurlamaya hazırlıyor kendini. Hüzün bağlamış dört bir yanını diyeceğim kısaca.

Canımın içi benim. Bu kadar çok sevim de tek bir bitişik fotoğramızın olmaması, şimdi fark ettim, çok üzdü beni.

O yüzden bu yazı da bu bitiş de ona itaf edilmiştir.

Çok sevgili dostum Gökhan'a...

Ki ben onun yakasını İstanbul'dan bile bırakmayacağım.

Not: Bugünün fotoğrafındaki yakışıklı da Gökhan. Biline =) .

19.08.09 - Eski Defterleri Açmak



Hayat garip. Benim arkadaşlarımın ilişkileri daha garip ve karışık.

Tuğba ve Murat yeni aylarını kutlamakla meşgulken bir başka arkadaşımın daha farklı ve ciddi bir sorunu var.

Önce Tuğba ve Murat tebriğini geçelim ( geçtik ) sonra ( şimdi ) ciddi soruna başlarız ( başlıyoruz ).

Adını vermeyeceğim bir arkadaşım - adını vermediğim için hayali olduğu ya da daha fenası o arkadaşın ben olduğu gibi düşünceler oluşmasın, arkadaşımın mahremiyetini koruyorum - karşı karşıya gelinecek en zor sorulardan birini yanıtlamak zorunda kaldı bir kaç on dakika önce.

Eski sevgilisi 'Yarın buluşalım mı?' diye sordu...

Eski sevgiliyle buluşmak, buluşma nasıl giderse gitsin, depresif bir etki bırakır insanın üstünde. Çünkü:

Eğer iyiyse, o eski sevgilinizdir ve tekrar görüşme ihtimaliniz azdır. Özleminiz tazelenir, yara kabuğunuz yolunur açılan yaraya itinayla tuz ruhu dökülür.

Eğer kötüyse, eski sevgilinizle vakit geçirmişsinizdir.

Ha eğer çok çok iyiyse ve eski sevgiliniz 'ex'ten 'next'e transfer olursa, bi' kere ayrıldığınız bir insandan muhtemelen tekrar ayrılacağınız için işin yonunda tekrar depresiflik yatar.

Tabi bunlar genellemeler ve istisnaları bolca vardır eminim.

Yine de düşünmeden edemiyorum. Yıllarca giymeyeceğimiz giyisileri saklayıp sevmediğimiz kitapları kitaplıklarımızda tutan bizler eski sevgililere neden tuvalet kağıdı muamelesi yapıyoruz?

Bir başka değişle; eski sevgiliyle dost olmanın formülü nedir?

Bazıları bunun arkadaş kalabilme meziyeti olduğunu söylüyor... Bazılarıysa votka-martini ve viski... Bence, çıplakken ne kadar seksi gözüktüğünü ve onu koruma güdüsünü unutmaya yetecek kadar zaman ve gereklilik.

Yani dünyanın bir diğer ucunda yaşayan sevgilinizle arkadaş olmak zorunda değilsiniz ama aynı okulda, sınıfta, şehirde yaşıyorsanız bu gerekebilir.

Yine de, kendi cevabım olsa da, sizin formüllerinizi de bilmek isterim.

8.17.2009

17.08.09 - Nihayet-i Şehr-i İzmir


Çok koşuşturup hiçbir şey yapmadığım günlerden geçiyorum. Ayın otuzunda İstanbul'a gidene kadar da böyle sürecek gibi bu.

Kayıt olup döneceğim sonra bir kaç gün daha kalıp dersler için gideceğim. Bir nevi temelli gidiş.

Yaşanmayı bekleyenlerin heyecanı mı daha ağır yoksa bırakılanların hüznü mü bilemiyorum üstelik.

Bırakılanları, olanları düşünmemek için elimden geleni yapıyorum ama arka fonda 'Eye Of The Tiger' ve bir sunucu 'Varan Bir... Varan İki... Varan Üç...' anonslarıyla yüzüme çarpan anıları birer birer sayıyor gibi.

Balçova'dan çıkmamaya çalışıyorum. Sırf burada İzmir'in diğer pek çok yerine göre daha az anım var diye.

İstanbul'un yabancı ve anıdan steril sokakları iyi gelecek... Ah şu yurt meselesi olmasa...

Neyse...

Şimdi efendim, İstanbul'da ne bir Derya olacak ne bir Baldan ne bir Özge ne bir Zeynep ne de buraya adını yazsam 'ne bir...' diye okumaktan sıkılacağınız diğer dostlarım.

Özge'yi özleyeceğimi rüyamda görsem gülmekten katılırdım ama heyhat... Ne oldum değil ne olacağım demeliymiş cidden.

Gerçi mutluyum, hepimiz bir yerlere girdik bir şekilde. İstanbul'a giden bi' ben de değilim zaten... Ekin orada olacakmış... Ayşe de... Zaten orada arkadaşlarım vardı ama... Bi' burukluk, bi' benmerkezcilik, bi' bencillik sardı içimi.

Beni bi' Ayda anlar gibi geliyor... Hatta onun hali, sanırım, benden daha muzdarip.

Hayır niye Fransız Dili ve Edebiyatı İzmir'de yok ki? Demek istiyorum ama o da yemiyor... En basit örnek; Derya Çanakkale'de olacak her şekilde...

Hülasa, dağılmak zor işmiş. Ben de bu yüzden, devam da edemiyorum madem, bir arada olduğumuz fotoğrafları koydum işte.

Herkesi çok özleyeceğim.

Not: Şimdi sorarım size ben kime ders vereceğim? Ha? İlayda, Ayşe ve Özge. Sorum size canlarım.
Not 2: Ayda, geçen gün, o sadece ikimizin gittiği gün kaydettiğimiz türküyü dinleyip hüzünlendim. O derece kötüyüm yani. Neyse...

8.16.2009

16.08.09 - Yoldayken Gelen

Kimse bilmezken ne olduğunu / gezinirdik parklarda / ellerimizde sahte asalar ve çağırma tılsımlarımızla / ihtiyaç içerisindeydik / şimdi o küçük çocuklardan biri / yakalasa beni büyüsüyle ve sorsa / aşk nedir diye / acıdır derim / ve eğlence / güneş banyosu yaparken ahmakıslatana yakalanmak derim / ölüm için de yaşam için de bir sebep / ha ama sen sorarsan nedir diye / koskoca adam öğrenememişse aşkı / orospudur derim / kendini bi' senden gizlemiş / ya da / bi' ihtimal / sen pezevenksindir?

8.10.2009

10.08.09 - What ' Viagra ' did to men? - Dede imajının yıkılması...


Bu yazı, bugünü anlatacak olmasının yanı sıra, bir süredir aklımda olan bir yazı aslında.

Ay sonları ve başları koşuşturucu oluyor eczanede. Bütün bir ay boyunca yaya yaya, rahat rahat uğraştığımız ya da yarım bıraktığımız reçeteleri SGK'nın nadide kurallarına göre sıraya sokmaya uğraşıyoruz.

Herkes intihara bir adım uzaklıkta.

Sadece yazları, hastaların nispeten az olduğu zamanlarda çalışan biri olarak, kış yoğunluğunda bu işin nasıl olup da oldurulduğunu anlayamıyorum açıkcası.

Bilmemkaçbasamaklı işlem numaralarıyla kodlandırılmış reçeteleri bilmem neden binlerce farklı düzen koduna göre sıralamaktan daha insaflı Çin işkenceleri var. Araştırdım!

İlaç, eczane, hasta... Bunlar garip kavramlar.

Eczacı da derdim ama uyarıldım bugün resmen. Bi' de kuzen uyardı zaten...

O yüzden ilaç üzerinden hasta yazacağım bugün. Firmalar düşünce özgürlüğü konusunda daha duyarlı olacaklar diye umuyorum.

Hemen her durumda bonibon misali tüketilse de asıl amacı ağrı kesmek olan Aspirin'in prospektüsünde yan etki olarak ' Baş ağrısı yapabilir. ' yazdığını biliyor musunuz?

Ya da insanların allerji şuruplarını uyku ilacı ve vitamin şurubu olarak kullandıklarını?

Bunları bilmeseniz de kalp ilacı olarak üretilen ama çok farklı amalar için kullanılan bir ilacın varlığından haberdarsınız. Adını biliyorsunuz en azından.

Yazmak istediğim de bu.

Viagra'nın 'elli ve üstü yaşlardaki' erkeklere yaptıkları.

Erkek nüfusunun çoğu için yapılan bir eleştiridir; ' Beyinleriyle düşünmüyorlar. '

Doğrudur da. Oğlan çocuğunun pipisini keşfetmesiyle başlayıp, delikanlının immatureliğiyle pekişen ' Bunu bir yere sokmalıyım. ' takıntısı ancak orta yaş bunalımı atlatıldığında yerini romantizme ve ' Belki her şey seks değildir. ' düşüncesine bırakır... dı.

Amiyane tabirle ' ötmeyen kuş ' erkek adamı, başta karısı ve ailesini düşünmeye iter, ikinci bahar başlardı.

Bu bile kırkından sonra azmayan, küçük bir kesim için geçerliydi.

Artık, Viagra saolsun, o küçük kesim mikroskobik.

Çünkü sağlıksızlar sağlıksızı bir hayat yaşamış X Amca bile, parasını ödedikten sonra dört ile otuz altı saat arasında değişen bir süre için çiçeği burnunda(!) ergen gence dönüşebiliyor.

Peki bu normal mi?

Yarışmadan hiç çekilmemek , oyuna kazık çakıp(!) kalmak, diğer oyunculardan ya da partnerden karşılık olmadığında sapkınlığa yönelmek, bir hayat boyu beyni boxerın nemli ortamında tutmak ve bunu tıbbi bir ürün sayesinde yapmak sağlıklı mı?

Beyin pişik olur alimallah. Yaşlı adamlar en az yaşlı teyzeler kadar dedikoducu oluyorlar zaten. Bir de bu pişik beyin problemiyle her skorlarını ballandıra ballandıra anlatıyorlar.

Olası dinlemek istemeyen insanları düşünmüyorlar hiç. E, beyin pişik...

Sağlık Bakanlığı Dumansız Hava Sahası'ndan önce bunu çözmeliydi. Bir nargile içen sağlık sektörü çalışanı olarak, benim sözüm bu.

Sağlık sektörü çalışanı ne demekse...

Neyse, konuya dönüyorum.

Dede imajı güme gitti kısacası. Turist kızları civar erkeklerinden koruyup onlarla Fatih'in İstanbul'u fethi sırasında yaşadığı kişisel tecrübeleri anlatan amcalar gittigidiyor.com'da astronomik fiyatlarla satılıyor.

Hüseyin Üzmezler ise artıyor.

Sorun yaşlı insanların seks yapması değil. Bu gayet sağlıklı bir şey, dopingsiz yapıldığında.

Süreyya Ayhan da elenmeseydi o zaman..

Bitirirken, Pirelli'den çalıntı yapacağım:

''Kontrolsüz güç, güç değildir. Sapkınlığa tek gidiş bilettir.''

8.03.2009

Uzun Bir Zaman Dilimi - New Penis




Bu yaz uzun süredir yaşadığım en hareketli yaz. Bi' ara leylek falan görmüş olmalıyım.
Hatırlamıyorum.

Her neyse, bu leylek yüzünden klavye ve kaleme dokunabildiğim zamanlar genelde ya reçete arkası dolduruyorum ya da reçete giriyorum.

Şimdi fırsatım varken arayı kapatıp en son ( ve ilk ) yazımdan itibaren aradan geçen olayları aklımda kaldığınca ve uykuma yenik düşmediğimce anlatacağım.

Aile için yapılanlar ya da yapılacaklar her daim ilginçtir.

Benimkiler ise bildiğiniz olağandışı şeyler... Annem mesela, Facebook'a koyacağı fotoğraflarda rötuş yapmamı istemeye başladı bugünlerde.

Öte yandan, daha olağan bir zaruriyet sebebiyle, kuzenimin sünneti için ( ki o pipi yıllar önce kesilmişti aslında )haftasonu Bergama'ya (a.k.a Taşra ) gitmek zorunda kaldım.

Daha en başından aksatmaya başladım burayı, neyse çok okuyan yok nasılsa şimdilik. Hatta bana geçen yazım için 'Okudum' diye geri dönen sadece iki kişi vardı. Onlar da zaten sünnete katıldılar.

Neyse efendim, tek tek anlatmayacağım bu
sefer her günü ama başlıklar var...

Perşembe günü(30 Temmuz 2009) , işteydim malum. Hastalar garip canlılar. Binlerce türü var. Yani Canan Tan kitap yazdı, ne kadar kitap ne kadar değil diye tartışmadım ama öteledim kitabı hep ama... Anlaşılabilir bi' durum. Her gün onlarca kişi geliyor buraya ve sadece sağlık hizmeti değil talep ettikleri. Psikolojik danışmanlık ve hatta yeri geldiğinde de ATM görevi üstleniyor eczacı denilen ( hastanın gözündeki ) ulvi şahıs.

Binlerce türü var dedik... Elli ve üstü yaştaki erkek hastaların 'Viagra' kullanan kesmi ağızda ayrı bir tat bırakıyor... Bu yakınlarda bunun için ayrı bir yazı yazacağım. Ama inanın, sanırım hiçbir sakallıyı dedemiz sanmamalıyız artık.

Canan Tan da verdanafili anlatan bir kitap yazsın. Neyse...

Geçtiğimiz hafta ise tam olarak bir koşuşturmaca ve bulanıklıklar bütünüydü. Güzeldi şüphesiz, son üç haftam eşsiz gidiyor. Yine de güzellik yoruyor bazen.

Bakınca, aklımda kalan bir şey yok oysa iki haftadır neredeyse her gün yazacak bi' dolu şeyim olduğunu düşünüp acı çektim. Sanırım günü gününe yazma konusunda daha
kararlı olmalıyım.

Ama madem yazıyla devam edemiyorum; fotoğraflayayım bari.

Yazıya veremediğim vakitlerimi geçirmemin bir yolu da süper kahramanlık yapmak. Gerçi gizli kimliklerimizi ortaya serdim ama takım arkadaşlarım ve ben saklanmaktan çok sıkıldık diyelim... Kontrast ve blur derken, evet rötuşu biraz abartm
ış kompozisyona biraz gülümseme eklemiş olabilirim ama lütfen bozmayın beni...
Üstte de, Dünya'yı ( İzmir'i ) kurtardıktan sonra dinlenmek için oturduğumuz ve süper takım politikalarımızı tartıştığımız bir anın dondurulmuş hali var. Lost Cafe, Balçova. Evin yakınında bu kadar iyi nargile yapan bir yer olduğunu bilseydim geçen yaz her akşam Alsancak'a gitmezdim. Gerçi, bu sene reşit olana dek bir kaç kez gittiğimde kimlik sorunu... Neyse, güzel mekan ve sıcak çalışanlar. Nargileleri de güzel ve kutu içeceklerin fiyatı gitti
ğim diğer tüm kafelerden daha ucuz. Deneyin derim.

Bahsi geçen sünnette çekilmiş fotoğraflarım henüz elime geçmediğinden onlardan koymuyorum ama o da olacak tabi.

Bir de daha günik ( serbest çağrışım = dakik ) yazmaya çalışacağım.

İyi kalın.