11.01.2009

01.11.09 - O'nun Eli (1) - Hikaye

Tam ve yenilenmiş hali için => http://aguagi.blogspot.com/2011/06/onun-elleri.html

Elini tutmaktan daha fazlasını yapabilmeyi dilediğim ilk an, gerçekten şaşırtıcıydı. İlkokuldaydık, kocaman bir bahçesi vardı okulumuzun ve ben ve O, sekiz ya da dokuz yaşlarımızın vücutlarında, spesifik bir nedenden yoksun, el ele geziyorduk.
Bahçe, koşuşturan çocuklarla doluydu. Muhtemelen arkadaşlarımdılar. Sanırım size O'nun bile adını hatırlamadığımı söylesem beni az önceki ''muhtemelen'' için affedersiniz, değil mi?
Artık sonrasında olan olaylardan mı yoksa gerçekten önemli olmadıklarından mı, bilmiyorum. Beynim onları unutmayı seçmiş gibi.
Her neyse...
El ele yürüyoruz bahçede ve ben sarılıp öpmek istiyorum O'nu. Tabi ki böyle bir şey yapmaya cesaretim yok. Elini avucumun içinde hissetmem bile dünyanın geri kalanından özür dilememe sebep oluşturacakmış gibi korkuyorum. Nasıl bilmiyorum ama bunun kabul görmemesi gerektiğini, ne olduğunu öğrenmeden önce dahi biliyorum.
Ama eli orada. Üstelik... Yani eli orada. O da benim elimi tutuyor. Dünyanın geri kalanı için sorun olsa da onun için değil gibi...
Gerçi hayır, dedim ya, öpmüyorum. Bunu kaldıramayabileceğini düşünüyorum. Öpersem elimi bırakabilir.
Elimi bırakırsa evdeki bulgur gidebilir.
Hem okuldan dönünce bulgur pilavının üstüne yoğurt boca edip yemeyi de çok seviyorum ben.
''Acaba O da seviyor mudur?
Belki bir gün, annesi izin verirse bize gelir ve pilav yeriz.
Hayır, annesi beni sevmez, hemen anlar onu öpmek istediğimi ve elini tuttuğumu...,,
Bunlar geçiyor aklımdan sırayla.
Bahçede koşuşturan çocuklar var.
Aslına bakarsanız tablo daha çok koşuşturan çocukların altına bir bahçe yerleştirmişsiniz gibi. Beton tabanlı dikenli tel duvarlı bir bahçe.
Sanayileşme ve doğanın birbirine çok güzel işlenmiş manzaraları benim yurdumun her yerinde, dört bir yanında boy gösteriyor.
Sanat için toplum ilkesine inandığımızdan olsa gerek bu.
Kafesteki kuşlardan halliceyiz biz de. Kümes daha doğru bir tanım olabilir. Hatta öğretmenimiz bazen burasının bir ahır olduğunu bile söylüyor. Bütün sınıf büyükbaş hayvanmışcasına gürültü yaptığında diyor bunu.
Bana demiyor ama. Beni ve birkaç kişiyi daha kayırıyor hep. Ben derslerdeki başarımdan dolayı ayrı tutuluyorum mesela, bir diğeri öğretmen çocuğu, bir tanesi çok zengin ve yekbaşkasının annesi çok güzel.
Ama O, o yıllarda sıradan. Ne benim gibi kafası sürekli kitaplar içinde ne de ailesinde öğretmen var. Kendisine has özellikleri daha göstermiyorlar yüzlerini. Zaten öğretmenin de belli bir kitleden – bizden – başkasına yoğunlaştığı yok.
Zirâ sınıf kırk bir kişi.
Bahçede koşuşturan çocuklar var, evet. Benim arkadaşlarım olduklarından emin değilim çünkü benim arkadaşlarım öğretmenim tarafından o belli grup olarak seçildiler. Ama O'nun arkadaşları olduklarından şüphem yok. O hemen herkesle arkadaş çünkü. İstese anında koşup bahçenin herhangi bir köşesinde oynanan bir oyuna katılabilir.
Yine de sadece, elimi tutup benimle beraber bahçede yürüyor. Fakat ben istediği an gidebileceğini biliyorum. Bu korku ilk başlarda o kadar rahatsız ediyor ki beni... Yalnızca O'nun hakkındaki bir şey beni o kadar rahatsız edebilir, diye düşünüyorum. Tanrı'ya şükür sonradan aşıyorum bunu. Benimle olmayı tercih etmesi bizi eşit yapıyor. Daha o zamanlarda kafamda – O'nun yapısına hiç uymayan – asalet ve hiyerarşi tanımları var.
Tabi, hazır adı geçmişken söyleyeyim Tanr'nın bu el tutuşma hakkındaki düşüncelerinden de korkuyorum ben. Bu yüzeden bazı düşüncelerimi ondan da gizliyorum. Sonra, çok sonra, insanların tanrısının korkunç oluduğunu ama benimkinin de öyle olmak zorunda olmadığını anlayınca, ancak o zaman açılacağım Tanrı'ya.
Benimki'yle demek isteiğim... Yani hayır tabi ki politeist değilim. Ben de İsa'ya inanıyorum. Sadece, onun bize kızmak için eli kulağında beklediğine inanmıyorum.
Tabi bu çok sonra ortaya çıkan bir farkındalık. Ve farkında olmadığım zamanları ''Saflığım'' diye adlandırıyorum.
Saflığım.
Saflık.
O günler saflığımın son günleri bir nevi. Bu yüzden güzeller.
O eller, tek olmalarını yasak ve günah sanıp buna karşı gelen eller, bu yüzden önemliler.
Ah... Eli benimki gibi değil. Çok net hatırlıyorum, hatta hala hissediyorum. Avuç içi sert onun. Pürüzlü. Daha sekiz yaşında üstelik. Hiç baktınız mı bilimiyorum ama sekiz yaş vücudunda her yer bebek poposu yumuşaklığındadır daha.
O'nun elleri de birer istisna.
Bana bakıyor.
Bahçenin ortasında duruyoruz. Elim elinde.
Bakışları o kadar olağan ki korkuyorum. O, ne yaptığımızın farkında değil diyorum. O, sadece bir el tutuyoru ve bunun üzerinde düşünmüyor. Benim elim ya da Pinokyo'nun elleri. Fark etmez.

1 yorum:

  1. bu anların unutulmaz olmasını seviyorum ben.
    unutulmamasını, hatırlanıp o, klasik tabirle, 'buruk' gülümseyişe yol açmasını. çocukluk çağı muzipliğiyle ama, iclal aydın bayıklığıyla değil.
    durum senin için daha farklı, daha derin olsa gerek.
    mesela ben hatırlamıyorum. iğrenç.
    ne güzel anlatmışsın seni sıpa.

    YanıtlaSil