2.24.2011

Prenses ile Kraliçe

    'Anlatacaklarım dile geldiklerinde beni Tanrı'dan bir adım daha uzaklaştıracak zaten, bu yüzden peder, her ne kadar bu, buraya, O'nun evine geliş tarzımla çelişecekse de, size gecenin bu saatinde yüzünü gizleyerek gelen hadsizin kim olduğunu söyleyeceğim.
    Sizi uyandırdığım ve beni dinlemeye mecbur bıraktığım için özür dilerim, ama göreceksiniz ki beni çevirmenize yazılı olmayan kurallarımız zaten izin vermeyecekti.
    Ben, üzerinde hizmet verdiğiniz toprağın ve çok daha fazlasının sahibi olan Kral'ın tek veilahtı, Prenses P'nin büyük oğlu Prens Victor.
    Size, anlatmadığım takdirde beni uykumda boğacak olan şeytanı serbest bırakmak için itiraf edeceklerim var.
    Ben, Yüce İ. Krallığı'nın Prensi Victor, cadı olarak idam edilmiş, karım B. Prensesi'nin kız kardeşi Annabella'nın kaybının acısını ruhumun en derinlerinde hissediyorum.
    Ettiğiniz yemin üzerine bana söz vermenizi istiyorum, peder. Söyleyeceklerim Kraliçe'nin anlattıklarının tam tersi ve bir heretikin savunmasına yönelik olacağından duyulmaları dayım olan Kral'ın gözündeki, hali hazırda sallantıda olan, konumumu yerle yeksan edebilir. Ben de bana bir cömertlikle vaad edilmiş olan tahtı ancak taht salonunda eğilirken görebilirim.
    Şimdi, bana söz verin.,
    ...
    'Bu cürretiniz için size minnettarım. Bunu, unutmayacağım. Ve ben kral olduğumda kilisenizde taç giyeceğim ve konumunuz, bir kralın Papa Hazretleri'nin işine karışabileceği kadar, yükselecek.
    İzin, nefes almam için, izin verin lütfen.
    Kimseyi suçlamıyorum, suçlayacak olsaydım Prenses Annabella'nın katlinden önce yapardım bunu ve tahta veda ederdim. Anlıyorsunuz ya korktuğum için susmuş değilim. Eğer tahta geçersem böyle şeylerin olmasını engelleyebilir, daha büyük iyiliklere hizmet edebilirim.
    Bunu şu an bile yapabilecek Kraliçe'nin neden kolunu dahi kıpırdatmadığını ya da Annabella'nın babası B. Kralı'nın neden bize savaş açmadığını, bunu arzuladığımdan değil elbette, sorgulamak benim haddim değil, tek diyebileceğim Kraliçe'nin de kendince sebepleri olmalı. Başına gelenlerden haberdarsınızdır...,
    ...
    'Demek o gün saraydaydınız. Şüphesiz Kraliçe'nin o denli yoğun bir isteksizlikle çok uzun süre kuzini düşesin ziyaretine gittiğini açıklaması kraliyetimizin en müthiş günü değildi.
    Ben, kendi adıma, hayatımın en kederli aylarını yaşıyorum, peder. Yeni evlenen ve benim kadar drahoma alan bir erkekten mutlu olması beklenirken ben karımın yüzünde kardeşinin silüetini görüyorum, bana geçen toğraklar ise onun kanının fidyesi gibi.
    Evet, ben Prenses Annabella'ya, karımla, yani kız kardeşiyle saraya geldikleri gündne beri aşığım peder. Ve sizi temin ederim ki kendisi bugüne dek yaşamış kadınlar içerisinde, en saf ve en temiz olanlarından biriydi. Kral'ın kararı ve kilisenizin odunları ve ateşi onun vücudunu ve adını lekeledi ama eminim o şu anda Tanrı'nın cennetinde oturmuş, hak ettiği gibi, bir kraliçe gibi, yaşıyor.,
    ...
    'O bize her şeyden önce sevmeyi öğütlemiyor mu, peder? Kimi sevdiğimiz neden cezamıza sebep olsun ki?
    Kimi kaybettiğimizin acısı bize işkence etmiyormuş gibi?
    Prenses Annabella ve Prenses Susanna saraya dört ay evvel, gündüzlerin yaz sıcağı, gecelerin de bahar esintisiyle geçtiği günlerde geldiler. İkisini de ilk kez görmüyordum elbette, yine de aradan uzun zaman geçmişti ve ikisi de, belki de annelerinin kaybıyla, olgunlaşmış, soylu birer kadın olmuşlardı. Yine de Prenses Annabella kız kardeşinden çocuksu bakıyordu etrafına. Bahçede gözlerimiz birbirini bulduğunda içindeki kız çocuğu bir saniye kadar, belki biraz daha uzun, gözlerime baktıktan sonra büyüdüğü kadın beni görmemiş gibi başını çevirdi.
    On iki yıl evvel nişanlandığımız gün beni yahni dolu bir tabağa iten kız bir biçimde hem oradaydı, hem de değil. Bir gün evleneceğimizi çok uzun süredir kanıksadığımdan olsa gerek, nasıl göründüğü ya da nasıl hissettireceği hiç düşünülmemiş konulardı benim açımdan.
    Hata yaptığımı o an anladım. Hem evlenmeme izin verilecek, dahası evlenmek zorunda olduğum, kadına vurulmuştum hem de bu evlilik en çok bir yıl içinde gerçekleşecekti.
    Eğer ben bir yolunu bulup ikna edersem, Kral çok daha kısa sürede bizi evlendirebilirdi üstelik.
    Ona seslenmek istediğimi hatırlıyorum, ama bütün saray eşrafı bahçede prensesleri karşılamak adına düzenlenen gayr-ı resmî davet için, Kral B. Kralı'na karşı daha o zamanlarda almaya başladığı tavrı böyle göstermek istemişti sanırım, civardaydı ve şüphesiz benim öyle bir jestim yakışık almayacaktı.
    Resmi bir kutlamayla karşılanmayacaklarını öğrenen kızları babalarının adını çiğnetmeyeceklerini göstermek istercesine birbirinin aynı iki elbise giyiyorlardı. Gelenek olduğu üzere ev sahibinin renkleri değil kendi kraliyet renklerini taşıyorlardı. Annabella'nın boynundaki yakut gerdanlık ve toplanmış kızıl saçları güneşin ışığında kutsal alevlerden parçalarmış gibi görünüyorlardı. Zavallı kızın da benim de, kimsenin olmadığı gibi, olacaklardan haberdar olmamanın verdiği huzurla atıyordu kalplerimiz.
    Annem yanlarına gidip ikisini de öptü, bir süre sonraysa gözleriyle beni aradı ve yanlarına gelmemi işaret etti. Ben de tam olarak bunun olmasını bekliyordum.
    Yanlarına yaklaşırken ikisi birden nazikçe ve, dahası az evvel bahsettiğim diplomatik olaylar yüzünden, hafifçe reverans yaptılar. Ben de bana uzatılan ellerden önce Susanna'nın ardından da Annabella'nın elini dudaklarıma götürdüm.
    Elini bırakmayı istemedim, bunu uzun süre yapabilmeyi diledim yine de gözlerinde gördüğüm ışıltı, sonrasında bunu başka kadınlarda görmeyişimin nedenini de anlayacaktım tabi, elini bıraktırdı bana. Zaten olması gerek bu diye düşünüp teselli aradıysam da korktum. Evliliğin, benim gibilerin evliliklerinin, aşk üzerine kurulmadığını bilecek kadar büyüktüm sonuçta ama bir kez sevmeye başlamışken o benimle sadece öyle olması gerektiğini düşündüğü için evlenirse ne kadar yaralanacağımı, üzüleceğimi tasavvur edemedim. Gerçi, şimdi bunun gerçekleşmesi için pek çok şey feda ederdim.
    Engelleyebilecek olsaydım infazını...,
     ...
    'Bunu ikinci kez söylüyorsunuz peder. Bağlı kalmamız gereken kutsal kuralların varlığından haberdarım, onlarla ayakta duruyorum, onlara olan bağlılığım yüzünden gördüğüm herkesten ve her şeyden nefret etmiyorum. Bize, kilisenize, öğrenilmesi ve öğretilmesi gereken ilk şey sevgiydi.
    Ve sevmeye gelince, Tanrı'ya şükür, prenses beni kendi sevgisinden mahrum bırakmadı.
    Nasıl veya ne kadar seviyordu bilmiyordum belki. Hala bilmiyorum gerçi, bilgi dahilimde diyemem. Birinin, sıradan birinin bile, bizi nasıl sevdiğini anlamamız imkansızken, Annabella kadar farklı bir kadının tüm hislerine vakıf olmak sadece bir kere değil iki kere imkansızdı. Üstelik onu anlayabileceğim yönlerini bile kavrayabilecek denli yakınımda tutmama izin verilmedi.
    Yine de o günden sonra, Annabella Kraliçe saraya dönüp onu hizmetine alana dek, hemen her akşam benimle saray bahçelerinde gezintiye çıktı. Susanna bizimleydi hep ama bilirsiniz, aşırıya kaçmayacak kadar yalnız kalıyorduk.
    Aşırıya kmayı düşündüğümüzden değil. Benim Annabella'nın adını karalayacak hiçbir şey yapmayacak olmam bir yana, o böyle bir şeyin olmasına izin verecek ya da düşünecek biri değildi.
    Her şey bir yana, benden hamile kalıp çıkar sağlamasına gerek yoktu. O zaten prensesti ve Kral'ın müstakbel geliniydi. Biz ülkenin, belki de tüm dünyanın en masum aşkını yaşıyorduk.
    Bir zaman sonra elini tutmama izin vermeye başladığında, elini elimden kaçırmamaya başladığında, kendimi Kral'ın kendisinden bile daha zengin ve şanslı hissetmeye başladım ben de. Şu an şüpheliyim belki, onun da beni sevdiğinden emindim.
    Korkularımın boş çıkması beni hafifletmişti, her yerde şarkılar duymaya başlamıştım, çiçekler açan kraliyet ağacının kendi bile onun güzelliğiyle benim duygularımın yüceliğine erişemezdi.
    Nasıl bu yapraksız, kuru hali benim ruhumun çirkin çıplaklığının yanında bir gelin gibi kalıyorsa...
    Onu ilk kez öptüğüm gece işlerin buraya geleceğini biri bana söylese güler geçerdim. Hiçbir şey umurumda değildi. Hiçbir şey beni kaygılandıramazdı. En azından ben o zaman böyle hissediyordum. Kendim olmaktan ya da kendim olamamaktan vazgeçmiştim sanırım aklımdaki tek amaç onun sevdiği erkek olmaktı. Varlığımı onun varlığını baz alarak tanımlamaya başlıyordum yavaş yavaş. Onun düşündüğü gibi düşünüp onun hoşuna gidecek şekilde davranmaya çalışıyordum çünkü çok kısa sürede, onu gördüğümde düşündüğüm onunla aynı olma isteğinin çok yanlış olduğunu anlamıştım. O tekti ve öyle kalmalıydı. Ben de onun beğeneceği erkek olabilirsem eşsiz olacaktım ve böylece birbirimize mükemmel bir şekilde uyacaktık.
    Yine de eskisi gibi düşünemiyordum açıkcası. Yemek yemeyi ya da su içmeyi unuttuğum zamanlar oluyordu. Onunla olmadığım zamanlarda onu düşünüyordum sadece, yanındayken onu bile yapamıyordum. Saatlerce, her şey hakkında konuştuğumuzu hatırlıyorum, size konuşmaların içinden bir cümle dahi söyleyemem ama, anımsayamıyorum.
    Çok zekiydi. Hem karşısındakini etkileyebilecek, hem de karşısındakinde onu etkileme arzusu uyandıracak kadar. Dahası, ne kadar üstü kapalı olursa olsun etkileme çabalarını anlıyordu. Yine de bunu kimsenin yüzünüe vurmayacak kadar hanımefendiydi.
    Saray eşrafındaki herkesle dostluk kurmuştu, iki üç kişi hariç, dahası hizmetkarlar da onu çok seviyorlardı.,
    ...
    'Hayır, o dediğiniz boş laftan başka bir şey değil. Hizmetkarlar sadece saygı duymak zorundalar ama saygının numarası yapılabilir. Bu da kolayca bağlılık ve sevgiyle karıştırılabilir. Annabella söz konusu olduğunda sevgilerinin saflığı ve gerçekliğ su götürmez bir gerçekti. O onlarla gerçekten konuşuyordu, insan olduklarının bilincindeydi.
    Öylesine yoktan varolan mahluklar değillerdi onun gözünde. Sevmeyen bir iki kişinin arkasından bu tutumunu küçümseyip, milletinin denkleri olarak saray hizmetkarlarını gördüklerini söylediklerini duyduğunda ise bunu bir iltifat saydığını söyledi bana. Karşılık olarak alçaltıcı ya da hakaret kabul edilebilecek hiçbir şey çıkmadı ağzından. Fikir olarak bile kötü şeylerin tümünden o denli uzaktaydı ki...,
    ...
    'Hareketlerine neyin yansıdığının, nasıl yansıdığının eleştirisi yapılamaz peder. Artık sebeplerini bize anlatamayacağını, bizimle olmadığını düşünürsek, söylediğiniz şeyin bir hükmü de yok.
    Kilisenin tüm bu yaptıklarından pişman olduğu günü görmeyiz umarım.,
    ...
    'Kutsal Papa'nın kendisi eleştirilemez evet, ama onun kullarının yönettiği kilise konusunda, eskiden yoksa da artık şüphelerim var.
    Tekrar düşündüm de, umarım kilisenin icraatlarından pişman olduğu günü görürüz.,
    ...
    'Tanrı'nın isteklerine göre kullarını yargılayan mahkeme her şeyin üstünde olsaydı gücü Kraliçe'yi de yargılamaya yeterdi ama bunu yapamadı değil mi?
    Fikirleri değil de hareketleri göz önünde bulundurarak konuşun, peder. Yoksa bu dediğinize göre Kraliçe kiliseden üstün, söylediklerinizden bu çıkıyor.
    Kraliçe. Merak ediyorum, acaba hiç aramıza dönebilecek mi? Acaba yüzüme bakabilmeye cürret edebilecek mi? Eğer bir erkek olsaydı, kim olduğunun hiçbir önemi olmazdı, onu düelloya davet eder ve yeteneğim beni yarı yolda bırakmazsa öldürürdüm.
    Ama işler böyle değil. O bir kadın, kanının ellerime bulaşmasını asla istemem. Küçümseyerek de söylemiyorum bunu üstelik. Bu konuda rakibimin bir kadın olması, kazananın belli olmamamsı, sonucu asla değiştiremeyecek oluşum...
    Akşamları aralarında ne olup bittiğinden emin olabilseydim; her şey daha farklı olurdu.
    Annabella Kraliçe saraya döndükten sonra onujn hizmetine girdi. Kraliçe ona bir nevi öğretmen olacaktı, başta saray diplomasisi olmak üzere pek çok başka konuda.
    Bu gelişmenin üzerimizde bir hayli etkisi oldu. Kimisini kısa sürede hissettik kimisinin ortaya çıkması için Kraliçe'nin ortadan kaybolması, Annabella'nın canından olması gerekti.
    Artık daha az görüşüyorduk, her şey bir yana. Başlarda bu, birbirimize karşı duyduğumuz hislerin gücünü arttırdı. Görüşemediğimiz zamanlarda görüşeceğimiz anı hayal edip bekliyorduk. Yanyana geldiğimizde konuşacak o kadar çok şeyimiz oluyordu ki gece geç saatlere dek birlikte olmaktan, ertesi gün esneyip duruyorduk. Bazen saray koridorlarında karşılaştığımızda yorgun yüzlerimize bakıp gülümsemek birlikte geçirdiğimiz zamanın her şeye değeceğini gösteriyordu.
    Canım ne yemek yemek istiyordu ne de bir şey içmek, körkütük aşık olmuştum, beni tasalandıran hiçbir şey yoktu. Onsuz, hayatımın nasıl devam ettiğini hatırlamıyordum.
    Şimdi de, onsuz, hayatımın nasıl devam ettiğini anlayamıyorum.
    Kraliçe'yle iyi anlaştıklarını söylemişti bir seferinde. Aralarındaki yaş farkı, kendisinin onun yerini alacak olduğu gerçeği düşünülünce bu pek de beklenen bir durum değildi yine de bu iyiydi, kimse şikayet etmiyordu. Başta Annabella, Kraliçe de dahil, herkes durumdan hoşnuttu.
    Kral'ın kendi odalarında verdiği bir yemekte, Kraliçe bana çok şanslı bir erkek olduğumu, her şey yolunda giderse çok daha şanslı bir evlilik yapacağımı söylediğinde, Kral'ın yüzünden geçen gölge, duygularını gizleme konusunda o kadar yetenekli adamın gözden kaçmayacak hoşnutsuzluğu ise o gün, benim için B. Krallığı'na yapılan ufak, yersiz bir hakaretti.
    Durup baktığımda, o gölge Kral'ın neden kendi oğluna sahip olmadığını, benim neden veliaht olduğumu anlatan bir yanılsamaydı diye düşünüyorum. Sonuçta, Kral'ın kendisinden daha iyi, Kraliçe'yi ancak Tanrı tanır herhalde.
    Annemin, ben daha küçükken, dostlarından birine bu durumdan bahsettiğini hatırlar gibiyim. Nasıl da Kraliçe'nin Kral'ın çağrılarını yanıtlayamayacak denli meşgul ya da Kral'ın kendisi onu odalarında ziyarete geldiğinde karşılayamayacak kadar hasta olan talihsiz bir kadın olduğundan söz ediyordu. Mevsim dönümleri hariç, diye eklemişti annem.
    Böyle bir konuşmaya kulak misafiri olduğumu bir iki gün evvel anımsadım, buradan çıkarken de unutmuş olma konusunda kararlıyım, peder.
    Zaman geçtikçe, görüşmelerimiz arasında geçen vakit artmaya başladı ve birlikte olduğumuzda ise; eskisi gibi değildi. Aniden değişmedi belki ama hissediyordum.   
    Varı yoğu, hayatının merkezi Kraliçe olmuştu. Tek konuştuğumuz, ben değiştirmeye çalışsam da Kraliçe'ydi. Kraliçe nasıl resim yapıyordu, Kraliçe nasıl piyano çalıyordu, Kraliçe nasıl ata biniyor, maiyetine ve ona ne kadar da iyi davranıyordu...
    Anlamlandıramadığım bir duygu beliriyordu Kraliçe'nin adı dudaklarından döküldükçe. Parmaklarım karıncalanıyor, dahası ensem terliyordu. Kendime yediremesem de Kraliçe'yi kıskanıyordum. Ne olduğunu anlayamadığım ama olan ve önüne geçemeyeceğim bir şeyler vardı sanki. Benden güçlüydüler. Anlayabilsem de, durduramazdım.
    Annabella büyülenmiş gibiydi...
    ...
    'Elbette Kraliçe'yi bir şeyle itham etmiyorum peder. O büyü bir cadı ya da bir büyücü tarafından yaratılacak basit bir tılsım değildi. Konduramadım ya da görmemek için elimden geleni yaptım o zaman, gerçi bilemezdim de böyle bir şey olabileceğini... Annabella Kraliçe'ye aşık olmuştu ve beni birkaç günde unutmuştu.
    Bu, dediğim gibi, o zaman farkına varabileceğim bir şey değildi. Şüphelerim, daha doğrusu meraklarım vardı. Kraliçe'yle birlikte neler yapabiliyor olabileceğiyle alakalı. Biz de birlikte ata biniyorduk. Ben de piyano çalma konusunda çok kötü sayılmazdım. Ama kimseye bunları anlattığını düşünmüyordum. Kraliçe'nin yanında harcamadığı tek zaman dilimi benimle olduğu vakitlerdi, onlarda da hülyalı bir şekilde Kraliçe'den bahsediyordu. Sustuğunda bile Kraliçe'den susuyordu. Onu düşündüğü her halinden belliydi.
    Dayanamayıp Kraliçe'nin hizmetkarlarından bir kıza birkaç altın verdim ve Prenses Annabella'yla Kraliçe'nin ne yaptığını izlemesi istedim. Sonradan, büyük işgüzarlığı yapan da aynı kızdır. Kuyumu kendim kazdım bir nevi.
    Altını aldıktan sonra, iki ya da üç gün sonra, kız bana döndü. Kraliçe ve Prenses'in diğer hanımlardan pek farklı şeyler yapmadıklarını, sadece günün çoğunu pencere önünde birbirlerine kitap okuyarak geçirdiklerini söyledi. Bazen de Prenses Kraliçe'nin söylediklerini dikte ediyormuş.   
    Rahatlamıştım. Bana enteresan gelen bir şey yoktu duyduklarımın arasında. Kraliçe mektup yazdırıyordu ve hanımlar birbirleriye düşünce alışverişinde bulunuyorlardı. Korkum, bunu görüp inanmamı istedi. Annabella'nın tavrı da annesinden uzaktaki genç bir kızın, kendisinden yaşça büyük bir kadına duyduğu hayranlıktı olsa olsa.
    Kendimi kandırmaya bir süre daha devam ettim. Daha az düşündükçe daha inanılır gelmeye başladı. Görüneni düz mantıkla yorumlamış, aralarında geçebilecek konuşmaları, asıl önemli olanın bu konuşmalar olduğunu aklıma bile getirmedim.
    Sonra bir akşam, buluşmak için sözleştiğimiz bir akşam, biraz geç kaldım. Sözleştiğimiz yere yaklaştığımda şarkı söyleyen sesini duyunca yavaşladım ve varlığımı hissettirmeden mümkün oldukça yakınına sokuldum. Güney bahçesindeki havuzun kenarına oturmuş gözleri yarı kapalı bir ezgi mırıldanıyordu. Hareket etmeyi kesip, sessiz olmaya yoğunlaşmış zihnimi prensesin ağzından çıkan sözleri anlaması için serbest bıraktım.
    Ve zaten sözleri en başından, rahatça duyabilseydim olduğum yerde çakılıp kalacağımı anladım.
    Annabella gölgelerin içinde kalsa da aşkın nasıl parlayacağını anlatan bir şarkı söylüyordu. Bir prensesin ağzından yazılmıştı şarkı. Bir kraliçeye.
     Şarkısını bitirene dek ben kıpırdayamadım hiç. Gözlerini açıp beni görmeseydi ne yapardım onu bilmiyorum. Bana bakınca yanına yürümek zorunda hissettim, olağan davranmak istiyordum. O ise iş üstünde yakalanmış yaramaz bir çocuk gibiydi. Şarkının çok güzel olduğunu söyledim. Garip bir dik başlılıkla teşekkür etti. Bir şekilde ben kendimde mesafeli davranma hakkını görüyordum, o ise telaşlanmalı, içten davranıp açıklamalar yapmalıydı. Aksine, aldığım tepki benim verip verebileceğim her tepkiden çok daha soğuk ve mesafeliydi.
    O gece çok kısa bir süre birlikte oturduk, ardından odasına çekilmek istediğini söyleyip gitti. Bahçede oturup neler olup bittiğini anlamaya çalıştım. Kendi kendime haksızlığa uğradığımı söyleyip durdum. O oturmuş şarkı söylüyordu ve ben bunu isteyerek duymadım. Hem alt tarafı bir şarkıydı; ne anlattığının önemi yoktu pek.
    Olaylar gözümün içine girmesine rağmen ben yine de görmemeyi seçtim.
    Daha sonraki günlerde, gün içinde karşılaştığımız zamanlarda aramızda yaşanan bariz soğukluğu hiç yaşamamışız gibi davrandı Annabella ben de birkez daha umursamamayı başardım böylelikle. O geceden önce hiç şarkı söylediğinden bahsetmemişti bana, muhtemelen bu başkalarına göstermediği, emin olmadığı bir yönüydü ve izni olmadan şahit oluşum onu gücendirmiş olabilirdi. Hatta en sonunda kendimi suçlamaya başlamıştım. Geldiğimi belli etmeliydim, Annabella'nın mahremiyetine saygısızlık etmiştim.
    Kendimi suçlu hissettikçe benden vazgeçecek korkusuyla birlikte ona iyice bağlandım. Geceleri rüyalarımda şarkı söyleyen sesini duyuyordum. Kraliçe yerine prens diyordu.
    Böylelikle bir kez daha kör sağır aşık rolünün dışına çıkmadım.
    Bir gece, odamda Annabella'yı saatlerce düşünüp uyuyakaldığım bir gece, kapının çalınmasıyla uyandım. Kraliçe'nin maiyetine hizemet eden kızdı gelen. Kraliçe'nin bir saat evvel prensesin odasına girdiğini gördüğünü ve şimdi de içeriden ağlamayı andıran sesler geldiğini söyledi.
    Aklıma gelen ilk şey Annabella'nın hasta olabileceğiydi. Sonradan anladım ki kızın bana gelme sebebi de tam olarak bundan şüphelenmesiydi. Söylemiştim, hizmetkarlar onu gerçekten seviyorlardı. Kızı hemen saray hekimini çağırmaya yolladım. Ben de yatak kıyafetimden kurtulup odamdan çıktım.
    Annabella'nın odası önceleri benim odamın tam altındaydı. Orada Susanna ile birlikte uyuyorlardı. Ama daha sonra, güney kanadına, Kraliçe'nin hizmetindeki hanımların odalarının olduğu bölüme taşınmıştı.
    Koşarken zaman kavramını yitirdim. Hızlı hareket ettiğimin bilincindeydim yine de bir türlü hedefime varamayışım canımı sıkmaya başlamıştı. Saat gece yarısını geçmiş olsa da ben ne kadar ses yaptığımı düşünmüyordum.
    En sonunda odaya vardığımda, Annabella'ya bir şey olabileceğine dair korkum nezakete baskın geldi ve ben kapıyı çalmayı düşünmeden içeriye girdim.
    Oda sıcaktı. Ayakta kimse olmasa da birileri hareket ediyordu. Önce anlayamadım ama içeride hasta birinin iniltilerini andıran sesler vardı. Yine de ışık namına hiçbir şey yoktu, bu farkındalığımı kazanmaya zorladı beni. Perdeler açıktı ve içeriye bulutsuz gecenin karanlık ışığı giriyordu.
    Gözlerim karanlığa alışırken içerideki hareketlilik yavaşladı. Annabella'nın yatağına doğru baktığımda önce üst üste uzanmış, birbirine kenetlenmiş iki çıplak bedeni gördüm. Gecenin erkekn saatlerinde odaya giren Kraliçe'nin benim sevgilimin yatağında aşığıyla yakalandığını sandım.
    Haklıydım da. Tek sorun Kraliçe'nin aşığı benim sevgilim, Prenses Annabella'ydı. İki kadın şaşkı ve korkumuş kıpırtısız yatıyorlardı.
    Sadece, ne kadar sürdüğünü anlayamadığım o süre içerisinde, Kraliçe sol elinin iki parmağını yavaşça prensesin kadınlığından çıkardı ve elini korumacı bir tavırla üstüne örttü.
    Neden bilmem, aklıma gelen ilk şey hizmetçi kız ile saray hekiminin her an gelip durumu olduğu gibi görecekleri oldu. Acele etmeliydim. Ne olursa olsun bir şeyler yapmalı ve bu olayın başkalarına ulaşmasını önlemeliydim.
    Kapıyı kapatmalıydım. Karar vermiştim ama uygulamaya geçemeden odaya giren ayak seslerini duydum. Saray hekimi elinde bir şamdanla gelmişti üstelik, onun her adımıyla oda nefes alıp veren mum aleviyle aydınlandı.
    Benim dünyam kararırken.
    Şafak sökmeden, Kral dahil, bütün saray olanları duymuştu. Kraliçe kendi odalarına kapandı, öğlene doğru Annabella'yı Susanna'yla kaldıkları odaya, tek başına, kilitlediler. Kral bana ailemin evine gitmemi ve o çağırana dek dönmememi emretti.
    Sonra, Kraliçe'nin prensesi suçladığı duyuldu. Prenses yakıldı ve Kraliçe gitti.
    Ben ise sarayda hala müstakble damat olarak görülüyordum. Kral Susanna ile en kısa zamanda evlenmemi emretti.
    Biliyorsunuz, bu da gerçekleşti. Tanrı Kral'ı başımızdan eksik etmesin.
    Sadece; keşke burada olsaydı diyebilirim şimdi. Belki, belki de değil barizdi bu, aşkına sahip değildim ama kalbinin bir başkası için de olsa attığını bilmek, Susanna'yla kurmamız emredilen sahte evliliği onunla yürütmek isterdim. Asla gerçek olmayacak dilekler işte...
    Sanırım, samimiyetle inanabileceğimiz tek şey hayatın adil olmadığı, değil mi peder?,

20.12.10 – 24.02.11

1 yorum: