6.22.2010

Döngü

 Küçükken annem beni gittiği tüm düğünlere yanınıda götürdü neredeyse. Hayır hayır kamber değildi, sadece mahallenin tanınmış simalarındandı ve onun katıldığı arkadaş toplantıları, kadın kabul günlrei diğerlerinden farklı olurlardı.
Daha eğlenceli, daha gürültülü.
Annem lafını esirgemeyen, kendini kasmayan, başkaları ne der demeyen bir kadındı. O zamanlar farkında değildim tabi ama, insanlarında gözünde de dul bir kadındı annem.
Bizim sokakta dul olmak arafta kalmış bir ünvandı. Sadece artık bekar olmayan ama aynı zamanda kocası da olmayan bir kadını tanımladığı için değil, hem sevilen hem de hoşlanılmayan biriydi o. Kendisine saygı duyulurdu ama hakir de görülürdü.
Ve olayın en can alıcı noktası da sanırım, mahallenin kızları oğlanlar için, kadınları da kocaları içinken annemi hem tüyü bitmemiş oğlanlar hem de altmışlık dedeler beğeniyorlardı. Bu yüzden bu kadıların otuz iki kısım tekmili annemi kıskanıyordu.
Halam hariç hiç kimse içtenlikle yaklaşmazdı anneme. Tek ahbabı ''ahratım'' diye yere göğe sığdıramadığı, oydu. Bu sevgi şüphesiz karşılıklıydı. Zira babaannem babam öldükten sonra ''Eniğini de alıp ananın evine dön.'' diye kovduğu annemi bir halam sahiplenmişti. Katıksız kurallarıyla duvar gibi bir valide sultan figürü olan babaannemin sözü kanun niteliğindeydi.
Halamın da vatan haini ilan edilmesi uzun sürmedi zaten.
Başka kadınlar için, dostdüşman olanlara yani, annemin taktığı bir maskesi vardı. Hiçbir zaman içini kolaylıkla gösteren biri değildi yine de gerektiğinde onu sınıflandıran dulun başına şeni koymayı çok iyi biliyordu.
Bu yüzden toplanıldığında en göz alıcı o olurdu hep. En tiz kahkahayı o atardı. En kadı, en dişi, en İzmir oydu.
Yaz akşamlarında kadınlar mindelerini ve taburelerini alır gecenin bir körüne kadar sokakta otururlardı. Hatta mevsimi yaklaştığında ''Artık kahvemizi açsak mı?'' demeye başlarlardı.
Aslında hiçbiri kötü kadınlar değillerdi. Tek sorun annemi potansiyel kötü kadıl olarak gördüklerinden kocalarını sakınmaya çalışıyorlardı akıllarınca ondan.
Ve işin komik yanı, kalkıp da bu ''Ya benim adam elimden kaçarsa...'' korkularının yersizlikle atfedemeyecek oluşum. Hayır, haksızlık söz konusu değildi. Aksine ortada yaman bir çelişki vardı.
Annem ne zaman mahallenin kıraathanesinin önünden geçse laf atmaya cesareti olan adamlar bakışlarıyla, dili uzun olan bakışlarıyla, dili uzun olan sözleriyle ne düşündüklerini açıkça belli ederlerdi. Çoğununki sırf laftı şüphesiz, bazısıysa niyetinde ciddiydi. Niyet diyorsam elinde çikolatası çiçeğiyle kapımıza gelmek değildi olay.
Bi' keresinde, bakkal çırağı bize bir torba dolusu meyve sebze getirmişti. Bir de küçük, kopartılmış bir kağıdın üzerine yazılmış not. Babam daha yeni ölmüştü herhalde. Sonra annemin söylediğine göre kağıtta ''Ersiz kalmanın yükü ağırdır, istediğinde hafifletmesini biliriz.'' gibi bir şey yazıyormuş.
Bakkalın çırağı, birkaç kez sorulmasına rağmen cevap vermese de bir sille tokat çözmüş dilini. ''Basri yolladı abla.'' demiş salya sümük merdivenden inerken.
Basri, Sema'nın kocası. Sema da üç çocuktan sonra kendini emekliye ayırmış, vurulamyı bekleyen besili kısrak gibi bir kadın. Yatağı iç yeri bellemiş kendini de devlet memuru atamış kadınlardan.
Hep denir ya ''Türkiye'de kayıp nesiller var, sorunumuz bu.'' diye asıl sorun Türkiye'de orgazmla tanışmamış kadınların olması bence.
Doğru yahut yanlış bu denklem de tabi adamı dışarıya itmiş. Dışarısı da ya hafif meşref kadınlar, ya vizitesi olanlar ya da dullar. Paketini açınca herkese tutulan bisküviler misali.
Annem elinde poşetle sokağın kıraathanesinin önüne koşmuş sonra. Basri orada, yanında üç tane daha kendi gibi herifle oturmuş iskambil oynuyormuş.
Basri şişman, kıllı, göbekli, saçları döküeln, bıyığı sigara sarısı bir adam. Sema'yı kim suçlayabilir şimdi bu adama karşı buzdağı gibi diye?
''Basri!'' diye bağırmış annem. ''Sen ne biçim adamsın? Adam mısın sen?''
''Ne diyorsun kadın sen?'' diye ayaklanmış tabi Basri, yiğitliğe bok sürdürmek istemeyen bir tavırla.
''Yükümü hafifletecekmişsin ya hani, önce Sema'nınkini hafiflet seni pezevenk!'' diye bağırmış annem.
''Hoop hoop! Lafına dikkat et Behice Hanım!'' diye kükremiş Basri, anneme doğru yürümeye başlayınca arkadaşları tutmuşlar bunu.
''Ha eğer erkekliğin yetmiyorsa...'' demiş annem ve torbadan bir adet salatalık çıkarmış ''bunu ver karına. O ne yapacağını bilir. Hem hıyara da alışık olmalı.'' Elindekileri yere atmış ve ''Bi' daha da adımı ağzına destursuz alırsan karın turşu kuracağı zaman bir salatalık fazla alma derdinden kurtulur.'' deyip eve dönmüş.
Tabi bu olaydan sonra kabak annemin başına patlamış, böyle olayların da arkası pek kesilmemiş sonra.
Güzellik başa bela sözünün canlı kanıtıydı bir nevi o.
Yine de arkasından konuşulanlara kulağını kapamayı bilirdi. Düğün dernek oldu mu en çok o yardım eder en çok da o göbek atardı.
Beni de hep yanında götürürdü. Ben de oynardım kendimce. Altı yedi yaşlarındaydım, kadınlar beni komik bulup gülerlerdi. Erkekler de ne güzel olduğumu söyler ''Eee tabi armut dibine düşer, birkaç yıla kalmaz ne canlar yakar bu. Gel fıstık, gel de amcayla oyna biraz.'' derlerdi.
Ve her seferinde annemin yüzü, bu sözleri işitince, hafiften kararırdı.  

4 yorum:

  1. Güzel olmuş, ellerine sağlık.

    YanıtlaSil
  2. Ha bir de, son zamanlarda yorum yapan yek adsız benim, sıkı hayranın oldum ama namustesna.blogspot u anonim hesaplara yorum izni vermeyecek şekilde açışın beni cidden üzdü. Velhasıl-ı kelam, sadede geleyim. "Johnny T Doe" yazmışsın. Genelde Johnny Doe yazardın, 'T' de nedir?

    YanıtlaSil
  3. Öyle mi yapmışım? Hmm dur ayarlayayım. Ama adsız kötü yahu, ne o öyle, Duygu Asena mısın sen? Ya da kadın? =D

    Johnny Doe hayatıma öyle ya da böyle giren erkekler için kullandığım bir isim benim. Kullandıkça baktım ben bile hangisi hangisi karıştırıyorum, böyle bi' kodlama geliştirdim. Her harf aslında bi' başka harfi temsil ediyor gibi bir şey.

    YanıtlaSil
  4. Hmm, ala... T'yi sormuştum, Johnny Doe'nin ne demek olduğunu biliyorum elbet, zira senin yazılarını okuyup da bilmemek mümkünsüz...

    YanıtlaSil