10.12.2009

Pudré Papatya - Hikaye

Edith'in çok saf, tertemiz yanları vardı. Sokakta şarkı söylediği günlerden kalmaydı bu. Metro istasyonlarının yakınındaki çiçeklere bakardı hep.
''Bir adam, yoldan geçerken bana küçük bir demeti alacak mı dersin?''
O günden sonra, bir sürü insana yetecek de artacak kadar çiçek aldı erkeklerden. Hoşnuttu, başarısının kanıtıydı bu, ama...
''Önceden hazırlanmış demetlerin yürekten sunulduğuna inandıramazsın beni; büyük mangır ödenerek alınır hepsi. Bir menekşe demeti hatırlanmak ister, adam elini cebine atacak ve sonra gülünç olmaktan korkmaksızın getirecek. Ben buna derim çiçek diye...''

Kaldırım Serçesi Edith Piaf – Simone Bertaut

I

Kendisi de yetenekten nasibini almış olduğundan, hikayesinin yazıldığını bilse belki daha kontrollü hareket ederdi kızcağız. Ya da garip bulup gülümserdi.
Ee... Ne demişler? Keser döner sap döner...
Ben yanında olmaya çalıştım hep. Şimdi size ne onun adını ne de kendi adımı verecek değilim. Göz önünde olan kişilerdik biz. Hala da öyleyiz.
Tabi hiç göz önünde olmamışsak şu anda da göz önünde değilizdir.
Çelişkili, sorguda, askıda bu konu...
Ve çeliş, sorgu, askı asıl konudan fersah fersah uzaktalar.
Bir kız var. Gerçek. Etten kemikten. Selülütleri olan.
Aynı zamanda güzel. Yemyeşil gözleri var. Upuzun saçları. Dönüp bir daha baktıklarınızdan sokakta. Sırf bu yüzden pek çok kez ergen akıllı vıcık vıcık çocuklar yüzünden porno sitelerdeki seks hikayelerinde anlatılan fantazilere malzeme oldu. Arkasından kuyruklu dedikodular dolandı.
Kuyruğuna konserve kutusu bağlı kedi görmüş kedi insanları misali, ben ve başka birkaçı üşenmeden o dedikoduların iplerini çözüp yerlerine yayanların dillerini bağladık.
O zamanlar, bizim zamanlarımızda, o koşullarda, bizim koşullarımızda, dostluk böylesini gerektiriyordu. Bu kare bu albüme yakışmıyor diyip fotoğraf çıkartmayı gerekirse fotoğraftan fotojenik olmayan dostları kesip atmak gerekirdi.
Bir kız vardı, aynı bu şekilde ellerimizde falçetelerle kopartıp attığımız hayatımızdan. Ve başka bir dolusu. Ama Pudré bir insanın hayatına yerleştiğinde ya dost ya da ezeli düşman olanlardan.
Hiç dost olarak çizilmedi üstü.
Düşmanların da üstü çizilmez, hayattan kopartılmazlar. Kimse kendini kandırmasın. Yazıya dürüst olun. Bitince güç maskelerini takarsınız tekrar.
Pudré şu anda bir kafede oturmuş arkadaşlarıyla konuşuyor. Ben de o masadayım. Dinliyorum. Ciddi ciddi konuşuyoruz. Ciddiler ciddisi bir konu bu. O kadar ki; masadakilerden biri ''Tövbe Tanrı'ma!'' bile diyor.
Tanrı'nın maydonoz olduğu durumlar hep çok ciddidir.
Gülümsüyoruz ama. Üstümüzde formalar. Formalar o kadar üstümüzdeki onlar yüzünden, makama saygıda kusur etmemek amacıyla, nargile alamamışız. O zamanlar kapalı mekanlarda sigara içilebiliyor ama. Biz de sigara içiyoruz. Kızıyor benim sigara içmeme. Hem müsriflik – kaç yetimin hakkını sömürüyorum? - hem de o böyle biri işte. Korur çevresini. Kendini hiçe sayarak yapar bi' de bunu.
Konu onunla ilgili. Lisede insan ne konuşur? Sevgilisinden bahsediyoruz. Güncel olanından.
Kız ne kadar güzel ise güncel sevgilinin o kadar vay haline...
Ama bu kızımız öylelerinden değil. Aşık olmak istiyor. Tek bir kişiye.Bağlanmak ve kopmak zorunda kalmamak.
Bu ilk aşk zamanı saflığı değil. Bizde vardı lisenin başında ilk aşk saflıkları. Onunki ise ben kendimi bildim bileli dışarıdaki gelgeçlerin ve gelgitlerin bilincinde olan bir olgunluktan mütevellit idi.
Biz 'Bir'i ararken O, 'Bir'in ancak acılık getirdiğini, ilişkinin yürüdüğü müddetçe 'Yekdiğeri'yle birlikte olunduğunu düşünürdü.
Erkeklerinde hep başkalarının erkeklerinden farklı şeyler oldu. Bazısı olgundu, istediği gibi. Bazısıysa çocuklar çocuğu. Pudré anaçtı. Bir kısmı kibar bir kısmı kabadayı. O kadar zıtlıklar takip etti ki birbirini... Bir sevgilisi Türk bir diğeri Kürt idi diyeyim. Bu, bu dilde anlatabileceğim en büyük zıtlık.
Kalender meşrep değildi, yanlış anlaşılmasın. İkinci raundu oynayan oyuncu rahatlığıydı onunkisi. Biz aşkı bulmak için çabalarken, O çoktan bulduktan sonra ne oluyor mevzisinde konumlanmıştı.
Hayat konusunda bizden bir gömlek üstündü. Hayat diyorum evet, düşünün bakalım bi'. ''Aşkım''dan sonra en çok ne diye hitap ediyorsunuz yatağınızdaki siz olmayan bedene.
Aşk hayattı, eyvallah.
Ben bunları anlatırken Pudré kafeden çıktı. Biz eve gidiyor diye biliyoruz ama o sahile doğru bir ara sokağa saptı. Alsancak'ın güzelliklerinden biri işte. Avuç içi kadar ve avuç içi gibi. Google Earth'tan sokaklara bakıp İzmir'in yaşam çizgisi üzerine fal bakabilir insan.
Gündoğdu'ya çıktı, o benim çok sevdiğim Yunan Konsolosluğunun eski binasının yanındaki sokaktan. Çimler insan dolu. Biraz biraz da papatya.
Papatya.
İşte bu kız, bunlar hakkında sayfalarca konuşabilirdi. Sayfalarca diyorum. Size anlatamam bunu. Gençlik işte. Biz okulda konuşur, eve gider evde konuşur, internete girer internette konuşur, telefonla mesajlaşır sonra bir de telefonda konuşurduk. Okulda deftersayfasıinternetteemesensayfasıtelefondamesajsayfasıveennihayetindetelefonfatu-
rası
Papatyaların arasından ama onlara dokunmadan geçti gitti, denizin kenarına kurulu verdi. Bunu yaparken birkaç tanışa selam verdi. Oturunca çantasından telefonunu çıkardı. Mesaj vardı elbet, ama okumadan çantasına koydu. Bazen, kaçmak gerektiğinde, bunu yapardı. Çok sonraları yeni modelleri çıkınca telefonların, mesajlarını okunmamış olarak işaretleyip içini yatıştıracaktı.
Telefon faslından sonra bir kağıt bir de kalem çıkardı çantasından. Yazsa korkardım, ta buradan. Olduğum yerden. Sadece çok içi acıdığında yazabilenlerdendi o. Telaşa hacet yok, bir halka çizdi sadece.
Halka tam olması gerektiği gibi/birleşirken kırılmadı/elden çıkan çizgi değil de/ kasnaktı/sonra bu kasnakla/ ruhunu gerip/ gergef işler gibi/ elinde kalemi/ kalemin üstünde sevgilinin adı/ başladı küçük/ küçük küçük/ su damlaları/ çiz/me/ye
İşte papatya buydu. Sarı lekeli sandık bezinin çevresine dizilmiş su damlaları. Bu yüzden papatya falı sevgi içindi. O sandık bezi çürüyen çeyiz sandığınındı. Bir sevgili sevse de alsaydı fala bakanı.
Bir papatyanın ardından papatya bahçesi çıktı kızın kalemi/sevgilinin ucundan.
Aynen o da böyle düşündü.
''Sevgilimin ucundan bir bahçe dolusu papatya...,, diye ''kağıda.,,.
Kağıdı, kağıdını kıskandı sevgilisinden. Onun, kağıdı üzerine döktüğü çiçekleri kıskandı.
O, kağıdı denize atarken, önce bir affedin onu Körfez'i kirlettiği için, bir de ben size söyleyeyim...
Sevgilisi her hafta, haftanın onlar için yedinci gününde, Pudré'e çiçekler alırdı.
Çünkü yedi, dönümdü. Kasnağın kırılıp birleştiği, halkanın çizgiden farkını gösteren noktaydı yedi.
Çünkü yedi, Tanrı tarafından kutsanmış gündü. Her din kendi kutsalına uya, bir yedinci gün seçe-ydi.
Ve her aşk bir din idi.
Ve...
Dedim ya, Tanrı'nın maydonoz olduğu işler çok ciddiydi.
Kağıdın üzerindeki papatyalar denize dağılırken, tekrar yürümeye başladı Pudré. Bu kez hep otobüse bindiğimiz durağa doğru. Uzun bir yolu var onun. Koltuğa oturabilirse uyuyup beş altı kez de uyanıp gelip gelmediğini kontrol edebileceği kadar uzun. Kafası arkaya doğru düşüp frenle beraber öne savruldukça kendini diğer insanların gözünde aptal görecek kadar yoğun uyku-uyanıklık geçişleri barındıran bir yolculuk.
Bir çiçek rüyası görebilecek kadar uzun.
Ama önce otobüs beklemesi gerek. Beklediğinde de en gelmeyen otobüs onunkidir. Durun durun. Geleceği tutuyor. Geldi. Bindi o.
Arkaya doğru ilerliyor. Bugün altıncı gün. Yarın yediye uyanacak. Bir başka ruhsuz, parayla alınmış çiçek demetine. Oysa, o da benim bu yazdığım gibi, pek çok yazı yazdı. İnsanlara sevgililerine çiçek almalarını, papatya almalarını öğütleyen.
Zavallımın şanssızlığı sevgililerinin Okur olmamalarındandı.
Paranın gücüne inanırdı. İnanırdık. Hayatımızın bir bölümünü insanların kapitalizmi yıkmaya değil onun yıkılamayacak varlığını kabullenip bu şartlar altında savaş vermeleri gerektiğini anlamalarını dileyerek geçirdik.
Gelin görün ki papatya farklıydı.
Papatya dediğin ambalaj kağıdına sarılmadan, sevgili eli mutlaka değerek toplanmalıydı. Üzerlerinde belki köpek çişi olmalıydı belki de köklerinden düşen topraklar çiçeği alanın üstünü başını mahvetmeliydi.
Papatya saftı. O da öyleydi, biz de öyleydik.
Pat diye de kirlenmeyecektik üstelik.
Büyüdükçe işte...
Biz büyüdüğümüzde hayatımızdakiler de büyüyeceklerdi.
Ne yazık ki büyümek bize para getirecekti, etrafımızdakiler de ona göre insanlar olacaklardı.
Pudré'in sevgilisinin o kadar çok asistanı olacaktı ki bırakın ona çiçek toplamayı çiçek almaya bile onlardan birini gönderecekti belki.
Sadece, bir demet papatya. Köprü altlarında, Kordon'daki çimlerde, piknik yerlerinde dolusuyla vardı.
Gezdikleri yerleri de düşünürsek, parklar, alışveriş merkezleri, arada bir yaptıkları piknikler, sevgilisinin baktığı her yerde olup da göremediği tek şey buydu.
Koca koca ağaçlar erezyonu önler derler. Onların ilişkisinin toprağı papatya eksiği yüzünden uçuşuyordu.
''Sadece papatya yüzünden mi? Çok saçma bir sebep...'' demeyin lütfen. Erezyon kapınıza gelip mantıklı açıklama yapıyor mu?
Sevgilisi çok düşünceliydi. Cidden hiçbirimiz öylesine düşünceli bir erkek görmemiştik. En güncel kalacak sevgilisi oydu. İleride, iki kez evlenecekti ve kocalarından birisi bu sevgilisi kadar güncel kalamayacaktı.
Pudré onunla birlikteyken çok az şey üretti. Papatya özlemiydi konu da.
Her sevgilisinde aşağı yukarı iki üç papatya yazısı olmuştu zaten, önemsemiyorduk.
Bir bakirelik konusuydu bu. Hiçbir papatyaya dokunmamıştı, ciddi anlamda. Uzaktan takdir etmişti güzelliklerini. Küçük Prens sendromu derdi buna. Asla çiçek koparmadı benim önümde. Hiç kimse ona papatya vermeyince o da papatyaları uzaktan sevdikçe eli hiç papatyaya değmemişti.
Bir bakirelik masalıydı bu.
Saftık ama yine de komün yaşamımızda kalan tek bekaret Pudré'in papatya bekaretiydi.

II

Bu bekarete arkadaşça kastlar da oldu birkaç kez.
Haydar Dümen'e gelen ''arkadaşımlaşakalaşırkenkızlığımbozuldu'' temalı mektuplar gibi değildi şüphesiz.
Daha masumcaydı ama bekaret dediğin, aynı saflıkla korunmalıydı.
Raslantılar Tanrısı ya da Tanrı'nın rastlantıları bu işi çok güzel halletti.
Bir gün, bir arkadaşı dayanamayıp Pudré'a papatya getirdi. Kolanın dağıttığı bir bardağın içinde, bir demet toplanmış papatya. Bardağın içinde su da olduğundan ağzı streçle kapatılmış.
Çocuğun okul bahçesine girdiği anı hatırlıyorum. Ben ve iki arkadaşı daha, okulun kapısının açılmasını bekliyorduk. Ve tabi, papatyaları görünce kime olduklarını da anlamamız çok uzun sürmedi.
Şimdi çok net hatırlamıyorum ama o çocuk sanırım bizim kızdan hoşlanıyordu hafiften. Papatyayı bir koz olarak kullanacaktı.
Pudré, eğer bunu eline alırsa, ki birisi size çiçek getiriyorsa ve o birisi arkadaşınızsa, çiçeği alırsınız; bekareti bir plan karşısında bozulmuş olacaktı.
Bekaret bozma konulu porno filmlerden hallice bir durumdu çocuğun yapacağı.
Ben daha yanımdakilerin yüzlerini görmek için kafamı çevirirken çocuk yere düştü ve bardak kırıldı, çiçekler çamur oldu.
Zaten o gün, Pudré de okula gelmeyecekti.
Çok çok sonra, işte şu an, okula beraber gittiğimizi görüyorum. Bilmemkaçıncı ay hediyesi olarak hem zambaklar hem de güzel bir hediye almış. Güzel bir hediye demiyor o tabi bana, hediyenin ne olduğunu da söylüyor ama ben hatırlamıyorum. Tek hatırladığım hediyenin mi artık yoksa ambalaj kağıdının mı üstünde papatyalar olduğu.
''Acaba bu sayılır mı?,, diye konuşuyoruz.
''Belki hissederek almıştır?,, diyoruz.
Bir insan ayrıntılara dikkat ettiğinde sevgilisinin bu yükü omuzlarından atıp gayet yüzeysel yaşadığı gerçeğini öğrenmemişiz henüz.
Az var. Ama öğrenilmemiş o sırada.
Yokuşu çıkıyoruz yavaş yavaş. Okulun kapısının yakınlarında Pudré beni cidden sarsa sarsa güldürüyor.
''Müslüman erkeklerle alakalı bir şey bu...,, diyor ''Sünnetten sonra küçük ayrıntılar ve detaylar akıllarından çıkıp gidiyor sanki. İlla büyük olsun istiyorlar.,,
Haksızsın diyemiyorum. O zamanki sevgilisinin bu tarz pek çok erkekten iyi olduğuna karar verip okula giriyoruz. Gayet mutlu.
Çok uzun sürmüyor. İlk teneffüste bir araya geldiğimizde telefonunda bir mesaj gösteriyor:
''Günaydın menekşem...,,
Pudré menekşeden özellikle nefret edecek bu çocuk yüzünden. Lisede bile bir nefretimiz var zaten bu çiçeğe. Adı Menekşe olan bir cadının İngilizce derslerine girmesi sebebiyle temeli atılıyor bunun.
Sorun çocuğun ne dediği ya da demediği değil aslında. O gün, orada, önemli olan Pudré'e hitap etmek isterken yanlış çiçek adını seçmiş olması. Evlenme teklifi eden erkeğin korkunç bir tek taş vermesi gibi.
Yapıyorsan tam yap etiği.
''Allah allah...,, diyoruz ''Aptal olmayıp da bu kadar aptal olan biri de nadir bulunur...,,
Allah'ın maydonoz olduğu işler çok ciddi.
Biz, en fazla, on yediyiz.
Sürekli 'sevmiyor'u çıkartmaya çalışıyor gibiyiz falımızdan. Baktığım yerden o kadar net.
Büyümek için acıları nasır yapıyoruz. Büyüdüğümüzde mutlu olmak isteği o nasırlardan geçip vücudumuza giremiyor.
Sonra, sona...
Yirmişubatikibinsekiz. Nargile Konağı'ndayız. Pudré üzgün, elinde benim defterim, bana yazıyor.
''Seni seviyorum çiçeğim.,, diye. Altına da tarih.
O, insanların çiçeğinin bilinemeyeceğini düşündüğünden bazen, bazen hatırlamadığından, bazen yazamadığından ya da ona yazılmadığından ve bir de bana özellikle, 'çiçeğim' diyor.
Çünkü papatyanın ortasında sandık bezi/kasnağa geçirilen ruhla aynı özden/kaç kişinin ruhunu görebilirsen/ancak o kadar çiçek bilebilirsin/bu yüzden/en iyisi/çiçek demek/demek/de/mek/
Mektup.
Pudré, ben açıklayadururken, evine gitti. Biliyorsunuz onun yolu uyku-uyanıklık arası utanç yarası.
Apartmanına girdiğinde, pulsuz bir post buluyor posta kutusunda. Üzerinde adı yazıyor.
Gönderen meçhul.
Sanıyor.
Açıyor.
Mektup, papatyanın kokusu ve onun kokusunun yoldaşlarıyla dolu. Pudré'in kendi kokusu da çıkıyor en son zarftan. Koşa koşa, üşümüş belli, kızın koltuk altlarına giriveriyor.
Sebep bu işte. İnsanı ter kokmasının sebebi koltuk altları sıcak diye oradan kokunun dağılması değil orası sıcak diye kokunun oraya sığınması.
Dağılma ve sığınma sırasındaysa her şey Pudré oluyor apartman girişinde.
Mektup, bir sayfanın konuşmasını beklediğimiz her şeyi söyleyiveriyor. Bizim unuttuğumuz bu işte. Mektupsayfası tadı.
Eşsizce, eşikte ve eşinden gelip Pudré'i buluyor.
Sadece koku da getirmemiş. İçinden üstü farklı farklı pudinglerle kaplı kurabiyeler çıkıyor. Kıpkırmızı, kalp şeklinde bir pasta, ev yapımı. Her güne bir kart şeklinde sevgiliden gelen istek kartları. Anne sıcaklığı. Dönüş bileti.
''Yine de papatya yok.,, derken tam zarftan bir de küçücük bir kart çıkıyor.
Üstünde kendi yazısı var. Bir yüzünde:

''Senden Bana veya Benden Sana
Senden Sana değil çünkü, korkma sakın, delirmiyorsun.
Sadece, artık bunu yapmak da mümkün, geçmişine mektup yollamak.
Ben de onu yapıyorum.
Tüm bu şeyleri, sen vereceksin birilerine.
Alacakların da var. Çok güzel şeyler.
Çok sevildin. Çok sevileceksin.
Tüm güçlükleri yendin, korkma.
Çok da güzel bir oğlun oldu.
Aklındaki soruları çözdün. Hepsini yanıtlayabilirim şu anda ama sana sadece tek bir ipucu vereceğim.,,

Diğer yüzünde ise son derece basit bir cümle var.

''Papatya sensin. Hatırlatayım istedim,,

3 yorum:

  1. aa kim ki bu, diye düşünmedim ama hikayeyi de böyle derin bilmiyordum zaten.
    o elifimsi şeyleri sevmedim yalnız.
    genel olarak hikaye güzel, aşkı dine benzetmen daha bi' güzel, aynı fikirdeyim =)

    YanıtlaSil
  2. Gerçek çok daha derin ama hikayeyle ayrıldıkları yerler var.

    Geldiği gibi yazdım bi de, elifimsiler de öyle kaldılar.

    Dedim ya az evvel, çok sevdim bu yorumu =)

    YanıtlaSil
  3. Bazı fazlalıklar haricinde çok hoş olmuş kuzum. Fena ilerliyorsun, biraz dur da nefeslen...=))

    YanıtlaSil