10.05.2009

05.10.09 - Ekim/Buca Anadolu

Evet, bu zor. Başlangıcı düşünmek bile ''off...'' dedirtiyor.

Son dört yılım sonuçta, boru değil. Hayatımın – yaşanmış – çetrefilli kısmı şüphesiz. Lisenin ilk gününden başlayıp şu ana, şu saniyeye gelene dek.

Buca Anadolu'nun bahçesindeki ilk günümü hatırlıyorum. Kalabalıklar kalabalığı. Nedense sonraki yıllarda, sonuçta takriben insan sayısı aynıydı, ilk gün bahçe asla o kadar kalabalık gelmedi. Koşup sarılacak bir dolu insan doluydu.

Ve kötü kötü bakıp es geçilecek bir sürüsüyle...

O' Lord, I miss those days...

Bütün o dramalar, her şeyi büyütüp büyüttüğün şeyin ölçüsünde büyüdüğünü sanmalar. Eminim otuzumda da bugünler için aynını diyeceğim.

Büyüdüğünü sanmak saçma, bunu öğrendim ama. Stabil.

Neyse, lise. Dokuzuncu sınıf.

Cengiz'in servisi. 'Babacan'... Baba ocağı görevi yaptı sayılır. Baba ocağı kadar sıcak, baba ocağı kadar 'evin reisi' mantığıyla işleyen... Sanki servise para vermezdik de Cengiz Abi bizi lûtfen götürür getirirdi.

Hiç kimse kılık kıyafetime Cengiz Abi'den çok karışmadı.

Ama hakkı var, servis olmasa Baldan ve Ekin'le bu kadar iyi arkadaş olurmuyduk acaba? Ceren, Cem ve dahası, külliyat halinde katıla katıla gülüp...

O servis dışındaki çok az insan Protonik Aşk'ın ne demek olduğunu biliyor mesela. Altın Buda heykellerini andıran bir adamın bir zamanlar serçe 'barnağı' kadar olma mümkünatını sorgulamadılar. Zürafa aşkını bilmediler...

Baldan ve Damla'nın CanKan taklidini görmediler.

Gerçi o dokuzuncu sınıfta değildi ama olsun...

Sonra; kravat, gömlek ve kazak düzeltme işlemiyle beni potansiyel bir azardan kurtarıp hayatımın ilk en sıcak dostluğuna başlatan hatun var tabi. Derya. Koridorda, müdür yardımcısının kapısının önünde bana dergiyle ilgili ilk bilgileri verirken ne saatlerce sokaklarda yürüyüp tanımayamadığımız tanışlara selam vereceğimizi, ne o okulun görüp görebileceği en güzel dergiyi birlikte, kendi yolumuzla çıkartacağımızı ne de Tansaş önündeki dört karo taşın üstünde hayatımın en zorlu açıklamasını yapacağımı bilemezdim.

Agora'dan Konak'a kadar yürüyüp yine de konuşmaktan yorulmayacağımızı da tahmin etmezdim mesela. Ya da ne zaman nargile içsem aklıma onun bana, ilk içişimde söylediği sözleri hatırlayacağımı.

Ama, ilk kez, sol yanımda oturmuş, şiir dinletisi sırasında, ağlamaklı, kulağıma konuştuğunda, kızkardeşimi hissetmiştim.

Başkaları da vardı tabi.

Yıldırım misal. Kitaplar, kitaplar, kitaplar. Masonluk benzeri bir oluşum kurmayı düşünmüş hatta, yanlış hatırlamıyorsam, bunun için sembol araştırmış ve gruba üçüncü ve dördüncü isimler bile düşünmüştük.

Pardon, pardon... Bunun öncesi var. İlk gün, Alper ile birlikte kendisinden nefret etmiştik.

Sıralar 'U' şeklindeydi ve Yıldırım tam karşımızda, çok sonraları 'Ne güzel reddetti ama...' diye bilinecek olan bir arkadaşımızla oturuyordu.

Başka başka... Zamana yenik düşen arkadaşlıklar da oldu. Uyuşamamazlıklar da. Bazıları için kendimi kötü hissediyorum.

Dokuzuncu sınıfta Asena ve Pelin vardı uzunca bir süre yanımda. Sonra, bölümler girince işin içine Asena'yla biraz daha az görüşür olduk ama Pelin, daha grubumun içindeydi. Doğrusu, grubumdandı. Sonuna kadar götüremediği için sanırım şu anda grubumun içindeydi demek daha doğru geliyor.

Asena için üzgünüm. Kopmadık belki ama daha güçlü dokuyabilirdik bazı şeyleri.

Velhasıl-ı kelam, onuncu sınıf başladı. Ben, Busem ve Özge'den oluşan dil sınıfı fazladan bir kişiyle dört mevcutlu idi. Sene sonuna doğru aradığının bu olmadığını düşünen Busem derslerden çekilirken biz Özge ile yola devam edeceğimizin farkında idik.

Farkındalık demişken...

Ben kendisine karşı özel bir sevgi beslemezdim Özge'nin dokuzda. O, daha sonra söyleyeceği gibi, benim farkımda bile değilmiş.

Bu çok bi' şey değiştirmedi. Zavallım için üç yıl boyunca her gün bütün herkesten daha çok gördüğü kişiydim.

Kaderdaşlık güzel bir dostluk yarattı ama. Ortak dil dedikleri şey var ya hani, biz onu Fransızca'nın üzerine kurduk. Rekabet vardı. Kıskançlık vardı. Kavgada ilk söylenecek sözlerimiz vardı yangından ilk kaçırılacak olarak dolapları işaretlemiş olan okulumuzda.

Sınıfımız sonradan pimapenden bir perdeyle koridordan ayrılmış bir hücre oldu.

Okulun tüm kaynaklarından yararlanıp bütün 'resmî' detayları bildik.

Bu kadar incik ve cinciği bir de Ayşe, Ayda ve İlayda bildiler sanırım.

Ama onlara var daha...

Onuncu sınıf Nilüfer Hoca senesiydi. Çok şükür ki on bir ve on iki de öyle oldular.

İlkay ve Kerem'le de sanırım ona başlamadan önceki yaz tanışmıştım. Halil'le tanışıklığın ikinci yılıydı ve artık kendisi gündelik hayatımın tüm detaylarını biliyordu.

İlkay'ın bir gece bilgisayarımı salondan odama taşıyayım diye – masaüstü bilgisayarımı – annem ve babama istek mektubu – hayır dilekçe değil – yazdığını hatırlıyorum ki keşke bulup da koyabilsem buraya onları.
Münazaralar vardı o sene. Bi' ara dilimize pelesenk olacak pek çok laf doğurdular. 'Fotokopiyle çoğaltımış kızlar'... 'Özge'yi burada mı yersin paket mi yapalım?'...

Dahası, Tuğba'nın Derya'yı, Derya karşısındaki kızı dövmesin diye kucaklayıp sınıfa taşıması ve Derya'nın o sırada elinde olan dondurulmasının kırılmasına sinirlenmesi.

Tuğba...

Fransızca dil öğrencisi olarak İngilizce öğrencilerini – artık hepsinin tam tekmil sayısal seçmesinden midir nedir – ne tanıyabildim ne de sevebildim. Karşılıklı bir ihtiyaçsızlık sanırım bu. Hala bilmem bizim okulda İngilizce TM sınıfı var mıydı?

İşte Tuğba birkaç kişilik istisnaların su götürmeyen baş nedeniydi. Hepimiz için, herkesin sevilebileceğinin en büyük kanıtıydı. Ve herkes tarafından sevilmenin mümkün olduğunu.

Grubun – terör örgütü bir tanımlama, kabul, ama ne diyeyim başka – külliyatından iğrenen insanlar bile Tuğba'ya karşı sempatiyle yaklaşırlardı hep.

Ayakkabıları müthişti ayrıca!

Unuttum! Güler Hocam! Ki şu günlerde aklımda en çok yer işgal eden insanlardan biri. Biz portakalda vitaminken nasıl öğretti bize diye düşünüyorum Fransızca'yı...

Ne menem şey ise hala üniversite gençleri öğrenemiyor!

Onuncu sınıf aynı zamanda kapı çarpıp kavga etme yılıydı. Derya ve Baldan, bazen birbirleriyle de hatta, bol bol kavga ettiler.

Ve literatürümüze 'basiretsiz' katkılarda bulundular(!).

Onbirinci sınıf. Zeynep ve okul dergisi. 'Sevgiye Çağrı' diye dergi çıkartırken Ekin'i uğurlamak hepimize çok koymuştu.

Belki dergi koşuşturması olmasa çok daha zor olurdu da...

Ama benim için her şekilde yeterince zor geçti o alışma süreci.

Hayır, kız başka okula geçti sadece. Başka bir şey olmadı.

Görüşmelerimiz pek çok ambargolarla dolu doğum günlerine indi. Yazlık ziyaretleri ve bir de anneannemin evinde toplu film gösterimi.

Hala o iki filmi izleyişimiz kare kare aklımda.

Dergi. Derya ve ben Corel Draw kullanmayı öğrenip(kullanmaya mecbur bırakılıp), bir baskıevinden stajyerlik teklifi bile almıştık elimizdeki dergiler sayesinde. Yapmadık o stajyerliği, o ayrı.

Tabi bi' de, bize tahsis edilen dergi odasında, hep beraber araba yarışı oynayıp şarkı söyledik. Özge, Derya ve Alican'ın koro halinde söyledikleri bi' şarkı vardı hatta. Unuttum şimdi.

Pek çok haklı sebepten ötürü okulun pek çok öğretmenini sevmiyorduk bi' de onbirinci sınıfta.
Ben mesela, hala, içimde bir kusma hissi duymadan menekşelere bakamam. Bu denli.

Bir insan nasıl her an, istisnasız her an, mutlu olabilir ya da...

Neyse, bunları bana şahsi sorun okul ahalisi. Ne dedikodular biliyorum...

Ve onikinci sınıf.

Son sene, aniden, beş kişi oluverdik. Sözel sınıfla ortak dersler ve geri kalan derslerin boş olmasından dolayı hep bir aradaydık. Ayşe, Ayda, İlayda.

Salı günü Ayşe'yle buluşacağız.

Herkesi çok özledim, buluşma sayesinde biri eksilecek.

Özlemek demişken, Zeynep tabi.

Zeynep'i bütün olarak özledim. Ben konuşmadan beni anlamasını özledim, ben konuştuktan sonra beni anlamasını özledim ve inanın ikincisi daha zor. Sevinç Teyze'yi özledim. Çandarlı'yı özledim. Falları özledim. Fransızca çalıştırıp özel ders karşılığı nargile ısmarlatmayı özledim. Beraber – bu Derya için de geçerli – yiyip yiyip sıçamamayı özledim. 'I Will Always Love You' söyleyip işkence yapmayı özledim. Omuz alışverişi yapmayı özledim. Gerekliliğini öğrendim.

Bu saydıklarımın büyük bir kısmını pek çok insan için hissediyorum.

Aylin Hoca mesela. Ahmet ve hatta Necmi. Duygu. Armada'nın bir kısmı işte. Derya'yla ders ekip bakkala gitmeyi, on lira verip alışveriş yaptığımız bakkalın onyedi lira paraüstü vermesini hatırlıyorum...

Mikroya inersek... Bütün gün derse girmeyip son ders tarih olduğu için Arka Sokak'tan Armada'ya geçtiğimi hatırlıyorum. Aylin Hoca nasıl da sevinmişti(!).

Ahmet ve Necmi'yi takiben bütün sınıfın benimle uğraşması vardı bir de tabi. Liboş oldum falan... Tahir Hoca saolsun.

Dersane de lise de bitti sonra.

Sonunda mezuniyet gecesi diye bir şey olmuş ki hatırlamıyorum yani. =D

Yaz geldi. Halil ve Oytun'la.

Zaman aktı. Sonuçlar, yerleşmeler...

İstanbul'a taşınıldı.

Tabi bu dört yıl içinde satır aralarını bilenler için benim anlatmadığım/anlatamadığım bir dolu şey oldu. Ben ben oldum. Oluyorum.

Ama aynı zamanda bir şey daha oluyorum.

Güzel günler, güzel.

Nasıl olursa, oldurulursa...

Dün(cumartesi) paintball oynadık.

Maiyetine dahil olan herkesin sorunlarını bilmeden çözen bir diktatörün eliyle. Kendisine teşekkürler borç tabi.

Saat 01.20. Ben hayatımı etkileyen kadının hayatımı etkileyen şarkılarından seçilmiş bir playlisti dinlerken bunları yazmaya karar verdim.

Ultimate bir andaç yazısı gibi oldu.

Hayatıma.

Eksik yazılmış.

Bir gün oturup hepsini, tek tek, kimi kırarım kimi üzerim diye düşünmeden, üzerimdeki tanımlamalardan, tanımsamalardan haricen, yazacağım.

Oldukları gibi.

O güne dek, bu var.

Her şeyin güzel yanları.

Ama şu var...

Sanırım, bugüne dek güvenmeyerek, tam anlamıyla güvenmeyerek, çok şey kaçırdım ben. Artık daha değişik olması dileğiyle ve olacağı bildirisiyle.









Hiç yorum yok:

Yorum Gönder