2.11.2010

11.02.10 - Küba'da Komünist Olmak

 Yapanlar, karamsar üretiler sunduklarında, anlaşılmaz şeyler üretip ortaya sürdüklerinde yapıtlarının can hıraş kapılıp tüketilmesinin tek sebebi sürtünme kuvveti olmamalı.

Küresel bir şekilde ortaya sunulan ve artık acı edebiyatı tabirinin de üstünde bir acılar, paranoyalar, karabasanlar kitlesinin göbeğinden filiz veren yeni dönem ''sanat''ının bu randımanla kendine yer bulmasının sebebi nedir?

Alla sen herkes mi mutsuz?

Durup düşündüğümde, kendisi de üreten bi' insan olarak, etrafımda vuku bulan bu üretiş olayını, ürünlerdeki şu ''Hassiktir'' ifadesini nasıl gereksiz buluyorum anlatamam.

Farz-ı misal; Teoman yüzünden bi' kuşak ergenlikten çıkamadı. Hala oradalar.

Sürekli umutsuzca mutlu olmaya çalışan varlıkların nasıl da mutsuz sonlarına kavuştuklarını anlatıyor birileri. Yazısıyla, fotoğrafıyla, filmiyle.

Artık o kadar sıradanlaştırdılar ki bu durumu... Küba'da komünist olmak gibi bi' şey yani.

Ve bu, sanırım küresel depresyon yüzünden - evet bunu da kabullendiğimden şüpheleniyorum -, zaten yorgun adamın takatini kestiği gibi bünyeyi de durduruyor bi'. O donup kalan bünye de stop ettiren ürünü düşünmeye başlıyor. ''Noir'' ürünler de bu yüzden irdeleniyor.

Sen irdeliyorsun, o irdeliyor. Sonra başkalarına anlatıyorsunuz. Ve daha sonra bu başkaları topluluğu bir araya geliyor ve gidip kendilerine benzemeyenleri küçümsüyorlar, farklı oldukları için.

Yine farz-ı misal; bir izleyeni olarak Sex and The City'i savunmaktan yoruldum resmen.

İnsanlar bi' şey biraz aydınlık mu, biraz anlaşıldı mı ve biraz otobüste yanlarında oturan kadına da hitap etti mi ondan uzaklaşıp dışlamaktan zevk alıyorlar sanırım.

Neden?

Çünkü depresyondayız, mutsuz olmalıyız. Şartlanmamız bu. Bütün aynalar, baktığımız, kırık ya da isli olmalı.
Güzel gösteren, ışıklı aynalar basit. Onlar herkes için ve ben denilen şey herkesin dışında olmalı. Sizin acılarınız olmalı, sizin yaşanmışlıklarınız olmalı değerli olmanız için.

Ama sorsalar Küçük Emrah'la dalga geçersiniz, o ayrı. Sonuçta onu da herkes biliyor.

Ah lakin bir Ferzan Özpetek filmi ya da Küçük İskender ''şey''i olabilir sizin acınızın anlatıcısı. Hatta sizin çocukluğunuz Sigur Ros  kliplerinde kalmıştır. Ve şu anda, sırf şu anda başarılı ve popüler diye ve kendi yaşanmışlığını size istediğiniz karanlıkta sunmadığından Mariah Carey sığdır.

Ama işin komik yanı elinde fotoğraf makinesi ve ''sorunlu yaşanmış ilk cinsel deneyim''i dışında hiçbir şeyi olmayan kızların derinliğinde boğulabilirsiniz çünkü içlerine(!) girmenize izin vereceklerdir.

Amacım seksist bir tutum sergilemek değil, inanın aynını yapan oğlanlar da var.

Ve hepsinin, bakın tüm genellemelerin yanlışlığına istisna getiriyorum, ortak noktası nadir yaşanır acılarıyla zor bir hayat sürdükleriyle ilgili katıksız düşünceleri.

Fakat asıl zor olan yirmibirinci yüzyılda artık tabldot halinde sunulan bu sınamalara rağmen mutlu olabilmek ve hatta biraz da basit kalabilmektir.

Sex and The City izleyen ve Mariah Carey dinleyen biri olarak bunları söylerken içim o kadar rahat ki. İsterseniz hayatımın sorunsuz, mükemmel ve harika olduğunu düşünün. Ve o yüzden bunları söylediğimi sanın. Bizim evde kasa kasa buzlu badem varmış mesela. Neyse. Evet hayatım mükemmel, onu ben yaşıyorum. Ama bu engelsiz olduğu anlamına gelmiyor. Bu yüzden birisi nasıl olduğunuzu sorduğunda en güzel acılı hayatın sizinki olduğunu kanıtlamaya çalışmayın ve teşekkür edin.

Saray adabı diye bi' şey vardı yahu.*


*Umarım bugün Yıldız Sarayı'yla ilgili çıkan haberler doğru değildir. İçler acısı.

1 yorum:

  1. Ahah işte bunu çok sevdim =D
    Her türlü duyguyu tadabildiğim "benim" olan bu hayata bayılıyorum.

    YanıtlaSil