"İyi ki bu şarkılar sen beni terk ettiğin dönemde çıkmamış ya..." diyerek dinleniyorsa kimi şarkılar; belki de ne zaman çıktıklarının bir önemi yoktur.
Çizgisel giden günlük yaşantıya inat, hissedilenler için zaman sirküler işliyor şüphesiz. Bugün çıkan ve acıtan şarkılar - kitaplar ve filmler de belki - o günlerde olsa nasıl hissettirecektiyse, bugün de öyle hissettirebiliyor.
Çok zaman önce değil daha dün "Artık geçti ya... Bu da geçti işte..." diye akla gelenler tokatı yapıştırabiliyor yine de.
Ama yine de, ben tam iyileşmeden umutluyum. Kısa süreli tam iyileşme serapları, gerçekten tam iyileşmenin sağlanacağı geleceğin sirkülerlik yüzünden bugüne yansıyan iz düşümleri. Kuvvetle muhtemel bir başkasının geleceğini müjdeliyor.
6.03.2015
12.09.2014
Kişisel Tasarruf
Yataktayken attığın çığlıkların tümünden daha çok acı verir atmak için yataktan çıkman gereken çığlık. Yapmadığın şeyler için duyduğun pişmanlığın yaptıkların için hissettiğinden daha fazla olacağı yalanı da geçip gitti hayatından çoktan. Bunu bile öğrendiğine pişmansın üstelik. Gördüklerinin, tattıklarının ve -üzgünüm- yattıklarının hepsi, bunca yıl tecrübe olduğuna inandıklarını tanımış, öğrenmiş ve -üzgünüm- düzmüş olman hata geliyor. Hem kulağına hem de geri kalan tüm duyularına. Dokunmamış oldukların, uzakta durmayı tercih ettiklerin biraz daha saf, biraz daha pişmanlığın tam tersi neyse, o gibi. İçinde bir şeyler daha el verse "Hepsini ben kirlettim" diyeceksin sanki.
Tüketmişlik ya da bir adım sonrasında gelen bitirmişliğe dahil etmediklerin iyi ki senden koruyabilmişler kendilerini. Öyle bir an geldi geçti ki dokunmamışlığını en büyük erdem kabul eden kişinin hakkını teslim etmen gerekti. Dün gibi, en çok bir hafta önce. Oysa bu lafı diline pelesenk edip, arkadaşlarınla kahkahalar ata ata gülmüşlüğün var.
Ne kızgınlığın bugün artık burada olmayanların yokluğuna kızdığından ne de özlemin kimi zaman dilimlerinde özel olan insanlara duyduğun özlemden. Açık olman gerekirse -kim dinliyor seni sevgili palyaço, bilmiyorum ciddi konuşmaya başladığında- en son sana bir şeyler hissettiren kişi beş yıl geçmişte ve fersah fersah uzaklarda bugün. Zaten.
Ara ara gündeliğinin akışını bölüp ona beslediğin hassasiyetten tamamen kurtuldun mu diye bakıyorsun ya; ona bile romantik ağırlıklı kurgu yükleyemiyor olmak canını sıkmıyor mu?
Sıkıyor olmalı zira ara ara hassasiyet sorgunun akışını bölüp gündeliğine zaman ayırmak zorunda kalacak kadar şaşırtıyor seni mevzunun bitmişliği. Dozun, yok.
Ayrılığını bile bıktıracak denli uzun, canlı ve öz veriyle yaşarsan en çok acıtanın da bıraktığı ize baktığında sıkıntından uzaklaşamıyorsun.
Aynı yerde kalmalara bayıldığını fark ettiğinden beri mi böylesin acaba? Gidenlerin, yolladıklarını demiyorum ya da seni kovanları ama gidenlerin kimine yol arkadaşı olabilirdin. Sen hareket etmediğinden belki de o kadar uzaktalar şu an. Çünkü çabalamaya hiç ihtiyaç duymadın. Üşendiğinden değil, gerek görmedin sadece. "En büyük iki yüzlülüğüm de bu..." diyorsun ya bana şu an, "Romantik bağlarla kurulmuş bir ortaklığa ihtiyacım yok" dediğin için hep; yalan söylüyorsun. En büyük iki yüzlülüğün, bu dediğini iki yüzlülük gibi gösterme çaban. Şakalarına gülünen, sigara çatlağı sesiyle konuşan çocuk olmak istiyorsun sadece.
Belirlediğin şanslı azınlık dışında kimsenin daha fazlasını bilmesine gerek yok. Elinden gelse insan olduğunu, herkesin ihtiyaçlarından bağımsız olduğunu gizlemek için su bile içmeyeceksin. Şahsi gelenekselciliğin artık öyle bir noktadaki; kaç kişiye başladığın küçük koya geri dönmek istediğini söyledin bu ay? Türünün öngörü ortalamasının sınırlarında geziniyormuşsun da, denesen bile başaramayacağını bildiğinden savaştan çekiliyormuşsun gibi yapacaksın. "Kaybettim, olmadı" demek zorunda kalmadan ve detaycı birkaç gözün bu ayrıntıyı fark etmesini deliler gibi umarak kendi köşene çekilmek istiyor bir yanın. Senin dahilinde bile aşırı gelenekselcilik azıtmış gericiliği yanında getiriyor.
Geçip ayrılanların yanında durmanın yetmediğine karar vermenin üstünden çok geçti. Şimdi şimdi dilinde geriye gitme dilekleri. Nasılsa gününün bireyci toplumu böyle kararları desteklemeye hazır; karşı çıkacak hadsizlere de kişisel tasarrufunu savunmaya sen hazırsın.
Çığlıklarını bugün yatakta atamıyorsan, yarın sadece yataktan çıkman yetecek mi peki? Çığlık atman yetecek mi? Kendine yetebilecek misin?
Tüketmişlik ya da bir adım sonrasında gelen bitirmişliğe dahil etmediklerin iyi ki senden koruyabilmişler kendilerini. Öyle bir an geldi geçti ki dokunmamışlığını en büyük erdem kabul eden kişinin hakkını teslim etmen gerekti. Dün gibi, en çok bir hafta önce. Oysa bu lafı diline pelesenk edip, arkadaşlarınla kahkahalar ata ata gülmüşlüğün var.
Ne kızgınlığın bugün artık burada olmayanların yokluğuna kızdığından ne de özlemin kimi zaman dilimlerinde özel olan insanlara duyduğun özlemden. Açık olman gerekirse -kim dinliyor seni sevgili palyaço, bilmiyorum ciddi konuşmaya başladığında- en son sana bir şeyler hissettiren kişi beş yıl geçmişte ve fersah fersah uzaklarda bugün. Zaten.
Ara ara gündeliğinin akışını bölüp ona beslediğin hassasiyetten tamamen kurtuldun mu diye bakıyorsun ya; ona bile romantik ağırlıklı kurgu yükleyemiyor olmak canını sıkmıyor mu?
Sıkıyor olmalı zira ara ara hassasiyet sorgunun akışını bölüp gündeliğine zaman ayırmak zorunda kalacak kadar şaşırtıyor seni mevzunun bitmişliği. Dozun, yok.
Ayrılığını bile bıktıracak denli uzun, canlı ve öz veriyle yaşarsan en çok acıtanın da bıraktığı ize baktığında sıkıntından uzaklaşamıyorsun.
Aynı yerde kalmalara bayıldığını fark ettiğinden beri mi böylesin acaba? Gidenlerin, yolladıklarını demiyorum ya da seni kovanları ama gidenlerin kimine yol arkadaşı olabilirdin. Sen hareket etmediğinden belki de o kadar uzaktalar şu an. Çünkü çabalamaya hiç ihtiyaç duymadın. Üşendiğinden değil, gerek görmedin sadece. "En büyük iki yüzlülüğüm de bu..." diyorsun ya bana şu an, "Romantik bağlarla kurulmuş bir ortaklığa ihtiyacım yok" dediğin için hep; yalan söylüyorsun. En büyük iki yüzlülüğün, bu dediğini iki yüzlülük gibi gösterme çaban. Şakalarına gülünen, sigara çatlağı sesiyle konuşan çocuk olmak istiyorsun sadece.
Belirlediğin şanslı azınlık dışında kimsenin daha fazlasını bilmesine gerek yok. Elinden gelse insan olduğunu, herkesin ihtiyaçlarından bağımsız olduğunu gizlemek için su bile içmeyeceksin. Şahsi gelenekselciliğin artık öyle bir noktadaki; kaç kişiye başladığın küçük koya geri dönmek istediğini söyledin bu ay? Türünün öngörü ortalamasının sınırlarında geziniyormuşsun da, denesen bile başaramayacağını bildiğinden savaştan çekiliyormuşsun gibi yapacaksın. "Kaybettim, olmadı" demek zorunda kalmadan ve detaycı birkaç gözün bu ayrıntıyı fark etmesini deliler gibi umarak kendi köşene çekilmek istiyor bir yanın. Senin dahilinde bile aşırı gelenekselcilik azıtmış gericiliği yanında getiriyor.
Geçip ayrılanların yanında durmanın yetmediğine karar vermenin üstünden çok geçti. Şimdi şimdi dilinde geriye gitme dilekleri. Nasılsa gününün bireyci toplumu böyle kararları desteklemeye hazır; karşı çıkacak hadsizlere de kişisel tasarrufunu savunmaya sen hazırsın.
Çığlıklarını bugün yatakta atamıyorsan, yarın sadece yataktan çıkman yetecek mi peki? Çığlık atman yetecek mi? Kendine yetebilecek misin?
1.01.2014
Mea Magnus Opera
Bunu, özellikle sana, sana, sana ve sana söylüyorum.
Umarım siz, kim olduğunuzu hatırlıyorsunuzdur.
Kimse kaybedeceğini bile bile bütün dünyaya savaş açmamalıymış değil mi? Baharın nev-i şahsına münhasır masmavi gökleri bir anda fırtınalı gecelere evrildiğinde, tepelerinde hüküm sürdüğümüz fildişi kulelerin için ayaz dolduruyormuş. Daha güçlü olsun diye pencerelerden bile sakınıp yekpare inşa ettiğimiz kuleler, güneşin yakıcı halinde bile serin iken, rüzgarların ortasında kalınca görünmeyen çatlaklar huzur veren serini acıtan, ve hatta ısıran soğuğa dönüştürüveriyormuş.
Rüzgar ya bu, sadece kendisini taşımaz bulduğu çizgilerden. Beraberinde getirdiği yeşilli kahverengili yapraklarla arkadaş cümleleri yazılırken, taşıdığı toz ve toprak ve çamur özdaşı olan insana düşmanlar doğururmuş.
Tahtlarımızda oturup, arkamız ne durumda bilmezken görüyormuşuz düşmanlarımızı - ben senin düşmanın değilim, o senin içinde yaşıyor, hakikaten öyle.
Unuttuk tabi düşmanı sevmeyi. Hep. Her. Daim.
İyi dileklerim seninle.
Sesini duyunca tanıyamadığım, sırayı sana getirecek olursak...
Hala aynı muhtaç güdülerle nasıl davranmam gerektiğini bilemiyorum sana karşı. Korunmak için saklanmam gerekiyor senden. Şaşırarak yapıyorum bunu. Aslında kim olduğunu tam olarak bilmeden; izin ver de hakkım olsun bu kadar yakınımda olması gerekenden saklanma isteği.
Gözlerim kırmızı olana deke istemiştim bizimle olmanı oysa. Senin bizi sevmeme hakkın olmamalıydı, kusura bakma. Yine de bugün; o kadar da çok etkileyemezsin beni.
İyi dileklerim seninle.
Senin açından ise gösterdiğim minnet yeterli değilse şayet; üzgünüm. Affet beni.
Diğerlerinden farklı olarak; seni ne denli kıymetli bulduğumu ancak bu kadar izah edebilirim. Belki sen benden nefret ederken daha tam, daha bütün hissediyorsundur.
Hepimiz hata yapıyoruz.
Sonra, aynı derecede suçluyoruz kendimizi. Aynı derecede nefret ediyoruz kendimizden.
Biliyorum pek çok kez benim arkamda durdun. Belki hala benim için iyi hislerin var.
Öyleyse gel, izin verelim de taşı göreceyle daha günahsız olan atsın. Ne sen ayakta kal, ne de ben ayakta kalayım.
İyi dileklerim seninle.
Çok iyi seneler.
Samimiyetle
Umarım siz, kim olduğunuzu hatırlıyorsunuzdur.
Kimse kaybedeceğini bile bile bütün dünyaya savaş açmamalıymış değil mi? Baharın nev-i şahsına münhasır masmavi gökleri bir anda fırtınalı gecelere evrildiğinde, tepelerinde hüküm sürdüğümüz fildişi kulelerin için ayaz dolduruyormuş. Daha güçlü olsun diye pencerelerden bile sakınıp yekpare inşa ettiğimiz kuleler, güneşin yakıcı halinde bile serin iken, rüzgarların ortasında kalınca görünmeyen çatlaklar huzur veren serini acıtan, ve hatta ısıran soğuğa dönüştürüveriyormuş.
Rüzgar ya bu, sadece kendisini taşımaz bulduğu çizgilerden. Beraberinde getirdiği yeşilli kahverengili yapraklarla arkadaş cümleleri yazılırken, taşıdığı toz ve toprak ve çamur özdaşı olan insana düşmanlar doğururmuş.
Tahtlarımızda oturup, arkamız ne durumda bilmezken görüyormuşuz düşmanlarımızı - ben senin düşmanın değilim, o senin içinde yaşıyor, hakikaten öyle.
Unuttuk tabi düşmanı sevmeyi. Hep. Her. Daim.
İyi dileklerim seninle.
Sesini duyunca tanıyamadığım, sırayı sana getirecek olursak...
Hala aynı muhtaç güdülerle nasıl davranmam gerektiğini bilemiyorum sana karşı. Korunmak için saklanmam gerekiyor senden. Şaşırarak yapıyorum bunu. Aslında kim olduğunu tam olarak bilmeden; izin ver de hakkım olsun bu kadar yakınımda olması gerekenden saklanma isteği.
Gözlerim kırmızı olana deke istemiştim bizimle olmanı oysa. Senin bizi sevmeme hakkın olmamalıydı, kusura bakma. Yine de bugün; o kadar da çok etkileyemezsin beni.
İyi dileklerim seninle.
Senin açından ise gösterdiğim minnet yeterli değilse şayet; üzgünüm. Affet beni.
Diğerlerinden farklı olarak; seni ne denli kıymetli bulduğumu ancak bu kadar izah edebilirim. Belki sen benden nefret ederken daha tam, daha bütün hissediyorsundur.
Hepimiz hata yapıyoruz.
Sonra, aynı derecede suçluyoruz kendimizi. Aynı derecede nefret ediyoruz kendimizden.
Biliyorum pek çok kez benim arkamda durdun. Belki hala benim için iyi hislerin var.
Öyleyse gel, izin verelim de taşı göreceyle daha günahsız olan atsın. Ne sen ayakta kal, ne de ben ayakta kalayım.
İyi dileklerim seninle.
Çok iyi seneler.
Samimiyetle
8.31.2013
Kum Renkli Yaralar
Bazen, durduk yere, çocukluğun gelir aklına.
Parkın kum havuzunda annenle oynarken ağladığın, annenin seni avutmak için, şüphesiz, "Oyna, oyna..." diyerek ellerini kumun içinde tuttuğu zaman gibi.
Zaman ve hatıralar tabiat itibariyle her şeyden çok sökük çoraba benzediğinden birinin ardı sıra diğeri yerini alır. İlk hayırların ve ilk evetlerinle birlikte doğuştan gelen bir "şey"in eksilmeye ve artmaya ama daha çok eksilmeye başlarsın.
İlk düştüğün günü hatırlarsın sonra, ya da hatırladığın ilk düşüşün gelir de yaraların ve yara kabuklarınla kurduğun bağı incelersin yıllar sonra. İyileşmeden kopardığın kabuklar yüzünden kanasan da canın acısa da bu zevkten mahrum kalmamayı seçersin hep.
Fiziksel yaralardan başka yaralar da olduğunu fark ettiğindeyse alışkanlık gereği onların kabuklarıyla da oynarsın. Ete kıyasla öve öve bitirilemeyen ruh, iyileşme konusunda yenik düşer.
İlk büyük yarayı açan, insanlara güvenmeni körelten hep baban olur. O olur değil mi? Evet, o olur. Büyük, irin dolu bir yara hediye eder sana.
İkinci büyük yarayı, güven sıkıntı iyileştirecek sandığın kişi açar. Daha büyük, daha hastalıklı, kum sarısı irinle dolu bir yara olur bu.
İyileşsin diye en yakınlarına gösterirsin. Onlar da sen de sıkılıncaya kadar tekrar tekrar açarsın yarayı. Hep bu sefer iyileştiğini görürüm belki umuduyla. Hiç iyileşmez. Hiç iyileşmediğini, bu başarısızlığının en yakınlarını bile sıktığını gördükçe susmaların başlar.
Yoklarmış gibi yapar, kendini bile etkilerinin geçtiğine inandırırsın. Bu hasarların iyi yanı ise, kendilerinden başkasının seni üzmesine izin vermezler. Acı çektirenin sadece kendileri olduğunu garantiye alma konusunda anaç, korumacı bir yapıları vardır.
...
Sonra karşına bir çocuk çıkar. Pervane misali, ateşi tanımak için yanıp tutuşan. Saf... Temiz... Toy... O kadar saf, temiz ve toy ki bilirsin başkaları olsa ona dokunmamayı erdem sayacak. Onlara inat belki, sana yaşattıklarına inat suratına tükürürsün o günahsız çocuğun. Dönerken gözleri kan çanağına sen tuttuğun gibi ellerini çocuğun, gömersin kaydırağın yanındaki kum havuzuna. Tıpkı küçükken ellerin kirlenmesin diye dokunmamak için ağladığın kuma seni zorlayan annen gibi, yüksek perdeden konuşursun çocukla. Duymaya alıştığın ama senden ilk kez çıkan, seni de onu da acıtan bir ton "Oyna" diye seslenir oğlana.
Farkında olmadan, toplumun aşk adıyla çağırdığı pislikle kirlendiğinin, oynamaya başlar çocuk da. Sen, içinde bir çember gibi kırılmadan dönen düzene uyma gününün geldiğinin farkındalığını yaşarsın.
Sen, sonraları, uyuyamaz olursun. Başkalarının masumluklarına irinli yaralar koydukça kısalır uyku saatlerin ve böylece yaşlı insanlar neden az uyur sorusunun cevabını bulursun.
Parkın kum havuzunda annenle oynarken ağladığın, annenin seni avutmak için, şüphesiz, "Oyna, oyna..." diyerek ellerini kumun içinde tuttuğu zaman gibi.
Zaman ve hatıralar tabiat itibariyle her şeyden çok sökük çoraba benzediğinden birinin ardı sıra diğeri yerini alır. İlk hayırların ve ilk evetlerinle birlikte doğuştan gelen bir "şey"in eksilmeye ve artmaya ama daha çok eksilmeye başlarsın.
İlk düştüğün günü hatırlarsın sonra, ya da hatırladığın ilk düşüşün gelir de yaraların ve yara kabuklarınla kurduğun bağı incelersin yıllar sonra. İyileşmeden kopardığın kabuklar yüzünden kanasan da canın acısa da bu zevkten mahrum kalmamayı seçersin hep.
Fiziksel yaralardan başka yaralar da olduğunu fark ettiğindeyse alışkanlık gereği onların kabuklarıyla da oynarsın. Ete kıyasla öve öve bitirilemeyen ruh, iyileşme konusunda yenik düşer.
İlk büyük yarayı açan, insanlara güvenmeni körelten hep baban olur. O olur değil mi? Evet, o olur. Büyük, irin dolu bir yara hediye eder sana.
İkinci büyük yarayı, güven sıkıntı iyileştirecek sandığın kişi açar. Daha büyük, daha hastalıklı, kum sarısı irinle dolu bir yara olur bu.
İyileşsin diye en yakınlarına gösterirsin. Onlar da sen de sıkılıncaya kadar tekrar tekrar açarsın yarayı. Hep bu sefer iyileştiğini görürüm belki umuduyla. Hiç iyileşmez. Hiç iyileşmediğini, bu başarısızlığının en yakınlarını bile sıktığını gördükçe susmaların başlar.
Yoklarmış gibi yapar, kendini bile etkilerinin geçtiğine inandırırsın. Bu hasarların iyi yanı ise, kendilerinden başkasının seni üzmesine izin vermezler. Acı çektirenin sadece kendileri olduğunu garantiye alma konusunda anaç, korumacı bir yapıları vardır.
...
Sonra karşına bir çocuk çıkar. Pervane misali, ateşi tanımak için yanıp tutuşan. Saf... Temiz... Toy... O kadar saf, temiz ve toy ki bilirsin başkaları olsa ona dokunmamayı erdem sayacak. Onlara inat belki, sana yaşattıklarına inat suratına tükürürsün o günahsız çocuğun. Dönerken gözleri kan çanağına sen tuttuğun gibi ellerini çocuğun, gömersin kaydırağın yanındaki kum havuzuna. Tıpkı küçükken ellerin kirlenmesin diye dokunmamak için ağladığın kuma seni zorlayan annen gibi, yüksek perdeden konuşursun çocukla. Duymaya alıştığın ama senden ilk kez çıkan, seni de onu da acıtan bir ton "Oyna" diye seslenir oğlana.
Farkında olmadan, toplumun aşk adıyla çağırdığı pislikle kirlendiğinin, oynamaya başlar çocuk da. Sen, içinde bir çember gibi kırılmadan dönen düzene uyma gününün geldiğinin farkındalığını yaşarsın.
Sen, sonraları, uyuyamaz olursun. Başkalarının masumluklarına irinli yaralar koydukça kısalır uyku saatlerin ve böylece yaşlı insanlar neden az uyur sorusunun cevabını bulursun.
11.11.2012
Ben çok fazla adam tanıdım. Kimisi iyi, kimisi kötü kimisi de çok çirkindi.
Kullandıkça azalıyor benliğim, ulaşmak için neler nelere katlandıklarım altın tepside sunuluyor, ben burun kıvırıyorum.
Bir taneye mi doydum bolluğa mı?
Belki de asıl eğlence çabalamaktaydı. Elde etmeye, elde tutmaya, elde tatmaya çalışmak; kendimden ödün verirken kazandığım tecrübeyle çoğalmaktaydı.
Bugün o kadar kolay, o kadar mekanik ki artık, dedim ya, eksik hissediyorum sonrasında.
Vejeteryan olurum. Sağlıklı hayat. Tabağımdan kıl çıktı, etim sigara kokuyor derdi kalmaz. Vejeteryan olurum.
Çocukluğumun başkötülerini bile toz pembe anmaya başladığım, asla kurtulamayacağımı düşünerek açtığım belaları gülerek hatırladığım yaşlara da girdim artık. Hepiniz; kafamdakiler, etrafımdakiler, dolabımdakiler, yatağın altına çamaşırları düşenler, hepiniz geride kalmalısınız.
Kapılardan hep beraber geçemeyiz artık. Bundan sonra olmaz.
Bir taneye mi doydum bolluğa mı?
Belki de asıl eğlence çabalamaktaydı. Elde etmeye, elde tutmaya, elde tatmaya çalışmak; kendimden ödün verirken kazandığım tecrübeyle çoğalmaktaydı.
Bugün o kadar kolay, o kadar mekanik ki artık, dedim ya, eksik hissediyorum sonrasında.
Vejeteryan olurum. Sağlıklı hayat. Tabağımdan kıl çıktı, etim sigara kokuyor derdi kalmaz. Vejeteryan olurum.
Çocukluğumun başkötülerini bile toz pembe anmaya başladığım, asla kurtulamayacağımı düşünerek açtığım belaları gülerek hatırladığım yaşlara da girdim artık. Hepiniz; kafamdakiler, etrafımdakiler, dolabımdakiler, yatağın altına çamaşırları düşenler, hepiniz geride kalmalısınız.
Kapılardan hep beraber geçemeyiz artık. Bundan sonra olmaz.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)